Bu ülkede muhtemelen çok büyük bir kesimin 1 Mayıs’a dair hatıraları vardır. Zira artık Emek Bayramı olarak yasallaşmış olsa da, 1 Mayıs, ülkenin toplumsal tarihinde hemen her zaman gerilimli günlerden biri olarak kalmıştır. Fakat benim gibi öteki coğrafyalardan gelenler için bu hatıralar biraz daha farklıdır. Gerilimli olması ise genellikle ötekilik hallerinin etkileri veya yansımalarından kaynaklanmaktadır.

Zamanın 1980 askeri darbesine doğru aktığı yıllardı, 1 Mayıs kutlamalarına katılmak için o sıralar yaşadığım Pülümür’den, Dersim’in Ovacık ilçesine gittiğimizi hatırlıyorum. Genellikle lise öğrencilerinden oluşan bir minibüs dolusu grupta, 1 Mayıs bayram geleneğinin referansı olarak kabul edilen ABD’nin Şikago kentinde polisin grevdeki işçilere ateş ederek altı işçiyi öldürmesini konuşmuştuk. Hemen hepimiz 1886’da meydana gelen bu olaya ‘böyle vahşilik olamaz’ diyerek ve kimimiz de küfür ederek tepki göstermiştik. Tuhaf ama yüzlerce kişinin atılmak suretiyle öldürüldükleri Halvori Kayalıklarından geçerken bile konumuz Şikago’daki grevci işçilerin öldürülmesiydi. Çünkü kendi öykümüzü, yani Dersim’de on binlerce insana kıyıldığını bilmiyorduk.  

O gün Ovacık’ta 1 Mayısı kutlama planımız polisin bir tür müdahalesiyle gerçekleşmemişti. Hepimiz bir süre karakolda tutulmuş ve etkinlik bitince serbest bırakılmıştık. Hiçbirimiz ‘işçi’ değildik gerçi ama polisin bu tutumunu ‘burjuvazinin hâlâ işçi sınıfından korktuğuna’ yormuştuk. Yani Şikago’da olan-biten ne varsa devam ediyordu ve bu yüzden bizim de işçi sınıfını örgütleme ve mücadelesini geliştirmemiz gerekir diye düşünmüştük.

∗∗∗

Sanırım bir yıl sonraydı, bu kez Pülümür merkezine doğru ‘hayat pahalılığını protesto’ eden bir yürüyüşe katılmıştım. İlginçtir ama 12-13 kilometre slogan atıp yürüdüğümüz bu yoldan, 1938’de 40 yerel kanaat önderi, elleri iplerle birbirine bağlanıp, askerler arasında yürütülerek götürülmüş ve içinden 16 kişi, 17 Ağustos 1938’de Pülümür deresinde öldürülmüşlerdi. Biz aynı yoldan ve aynı mesafeyi yürürken bu kıyımdan da habersizdik. 

Tarihin pek az tanıklık ettiği büyük kırımın coğrafyasında işçi sınıfına odaklanmamız ve bu yönde mücadelemiz devam etmişti elbette. Darbeye yakın zamanlarda artık bu mücadelelerin ve gösterilerin hacmi büyümüştü. Ama yavaş yavaş Kürtler ve Kemalizm’e dair tartışmalar da başlamıştı. Ne var ki ‘ezilen ulus bireyleri daima birlikten yana olurlar’ diye Lenin’e referans verilen bir ‘ilke’ nedeniyle, yine de kimlikleri ve Dersim’i konuşmak mümkün olmamış; o düşünsel iklimde sıra bir türlü Dersim’e gelmemişti.

Böyle olunca gözlerimiz işçi sınıfı mücadelesine dair tatbik sahaları aramıştı. Neticede küçük kasabamızda Hüseyin amcanın alçı taşı ocağında çalışan gündelik işçiler ilgimizi çekmişti. İşyeri sahibi olması nedeniyle ‘burjuvazi’ saydığımız Hüseyin amcanın sınıf kimliği, gündelik politik konuşmalarımızın bir parçası olmuştu. Gelgelelim ocakta çalışan işçilerin aileleri de 1938’deki kırımın mağdurlarıydı. Sadece onlar değil, ‘burjuvazi’miz Hüseyin amca da ailesiyle birlikte Isparta’ya sürgün edilmiş, 1947 yılında yasa değişince memleketine dönebilmişti. Yani burjuvazimiz de, proletaryamız gibi o zulümden payını almıştı. Ne var ki bu konu da bizim gündemimize hiç girmemişti.  

∗∗∗

Yıllar sonra 1 Mayıs marşının bestecisi Sarper Özsan’la tanıştığımda, hem bu marşın hem de kendi çabasının öyküsünü dinlemiştim. Bu muhteşem insanı Beşiktaş’taki evinde dinlerken ben de, 1 Mayıs bayramına duyduğum sempati ve saygıyı ama kendimize yabancılık haline duyduğum üzüntüyü içeren gerilimli hatıralarımı anlatmıştım. ‘Birincisi için marş yapılabilir ama bizim öykümüz için olsa olsa ağıt gerekir’ demiştim. Hüzünlenmiştik.

2024 1 Mayıs’ını yeniden karşılamaya hazırlanırken 18 Nisan Perşembe akşamı İstanbul’da izlediğim Mikail Aslan’ın etkileyici konseri beni bu gerilimli hatıralara götürdü. Mikail Aslan müziğinin tınıları, büyük kırımın öyküsünü yeniden hatırlatır gibiydi. Hayatına kıyılanların öyküsü bu tınılarda, ses ve sözlerde cisimleşmişti sanki. Ne olursa olsun 1 Mayıs da dahil hiçbir şey, zihni, kalbi ve bedeni saran o büyük yaranın önüne geçemiyor.