Kanlı yasa ve Ruanda
İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, Polonya Başbakanı Donald Tusk ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüştü. (Fotoğraf: AA)

Semiha DURAK / Londra

17. yüzyılın sonlarından, 19. yüzyılın başlarına kadar İngiliz ceza yasası, nerdeyse her suçun ölüm cezasına çarptırılması nedeniyle, ‘Kanlı Yasa’ olarak biliniyordu. Mendil ya da tavşan çalmak gibi küçük hırsızlıklar dahil pek çok suç, ölümle cezalandırılıyordu. Hukuk sisteminin neden bu kadar acımasız olduğu sorusunun yanıtını, yasaların kimler tarafından yapıldığı gerçeğinde aramak gerekiyor. Zenginlerin çıkarlarını ve mülklerini koruyan yasalar, “suç işleyen insanların günahkar, tembel ve açgözlü olduğunu; merhameti hak etmediğini” düşünen zenginler tarafından çıkarılıyordu. Fakat, sonraları bir parça merhamet duymaya başlamış olacaklar ki, 1823’ten itibaren, Kanlı Yasa’nın uygulanmasında kurgusal bir değişikliğe gidildi. Kurgu yerine, bir tür sahtecilik de diyebiliriz buna. Hakim ölüm cezasını onaylıyor, kayıtlara “ölüm kaydedildi” diye geçiyor ama “suçlular” idam edilmiyordu. Yani, “ölüm gibi bir şey oluyor ama kimse ölmüyordu.” Yasaları yapanlar, idamdan hafif, para cezasından ağır bir ceza düşünürken yeni bir cezalandırma türünü keşfetmişlerdi; hükümlüleri uzak bir ülkeye nakletmek, yani sınır dışı etmek.

∗∗∗

Yaşadığımız dünyanın 19. yüzyılın Dickens romanlarından farklı olmadığına her gün biraz daha fazla inanıyorum.

23 Nisan Salı gecesi, Britanya parlementosu sığınmacıları Ruanda’ya göndermeye yönelik yasa tasarısını kabul etti. Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi’nin Kasım 2023’te verdiği kararı gözardı eden ve Lordlar Kamarası’nın itirazına rağmen kabul edilen yeni yasa, Ruanda’yı sığınmacılar için "güvenli üçüncü ülke" olarak ilan ediyor.

∗∗∗

Ruanda Yasası, teknelerle Britanya kıyılarına ulaşmaya çalışan ve bu süreçte bazen hayatlarını kaybeden binlerce göçmen için caydırıcı olarak lanse ediliyor, sanki insani temellere dayanıyormuş gibi gösteriliyor. Guardian gazetesinin yayınladığı özel habere göre, İçişleri Bakanlığı, sınırdışı işlemlerine belirttikleri takvimden önce, bu haftanın başında gizli bir operasyonla başladı. Göçmen ve sığınmacılarla çalışan yardım kuruluşları, göçmenlik bürosundaki rutin kontrollerine ve randevularına giden sığınmacıları, gözaltına alınıp sınırdışı edilmeleri tehlikesine karşı uyarıyor. Suçlu gibi gözaltına alınan göçmenlerin gözaltı merkezlerine nakledileceği, Ruanda’ya giden uçaklara bindirilene kadar da bu merkezlerde tutulacakları söyleniyor. Temmuz ayında hareket edecek olan Ruanda uçakları, sığınmacıları Umut Oteli adını verdikleri bir yerleşkeye götürecek. Yasanın hızlandırılmış bir planla yürürlüğe sokulması sığınmacılar için değil, sahip oldukları koltukların yarısını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan muhafazakarlar için umut vadediyor. Bütün bunların bu hafta perşembe günü yapılacak yerel seçimlerle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. Başbakan Rishi Sunak geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmalarda, “yasadışı göçe karşı mücadelenin, kampanyalarının merkezinde yer aldığını, tekneleri durdurmaya odaklandığını ve Ruanda planını yürütme konusundaki kararlılığını" açıklamıştı. Başarısız politikacıların siyasi kampanyalarının merkezinde görmeye alışık olduğumuz göçmenlik meselesi, 2016’da "kontrolü geri alma" çözümü olarak sunulan ve fiyaskoyla sonuçlanan Brexit’in de merkezindeydi. Mülteci Konseyi, hükümetin pervasızca sürdürmeye kararlı olduğu bu yasanın insan haklarına aykırı olduğunun, kaosa ve yıkıma neden olacağının altını çiziyor.

∗∗∗

Aslında bir vakitler Britanya, insan haklarına ilişkin uluslararası standartların tanımlanmasında ön saflarda yer alan, 1950’lerde İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve ardından mültecilere statü ve haklar tanıyan Birleşmiş Milletler sözleşmelerini ilk onaylayan ülkelerden biriydi. İnsanca yaşamaya dair büyük mücadeleler ve zorluklarla kazanılmış hakların kaybedildiği bir çağdan geçiyoruz. Zaman, ilerlerken geriye gidiyor gibi. Şimdi bu yüzyılın kanlı yasası, Ruanda Yasası ile, bir insanın güvenliği için sığınma başvurusunun adil bir prosedürle incelenmesi hakkı gibi en temel insan haklarından biri ihlal ediliyor. Bu ülke, kendi ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış insanlar için güvenli bir liman değil. Ama yüzyıllardır bu kanlı yasaları yapanlar ne söylerse söylesin, tarih, hayatlarını kaybetme riskini göze alarak, bu tekinsiz limanın kıyılarına kadar gelmiş insanların, bu merhametsiz adanın taşında, toprağında hak sahibi olduğunu gösteriyor. Britanya’nın sahip olduğu zenginliği, limanlarına sığınmaya çalışan göçmenlerin doğduğu toprakları yüzlerce yıldır sömürgeleştirip kaynaklarına el koyarak, tüketerek sağladığı gerçeğini daha ne kadar gözardı edebiliriz? Şimdi kıyılarına gelip sığınan insanların, kendi ülkelerinden kaçmak zorunda kalmasına neden olan tarihsel ve evrensel sorumluluğu üstlenmesi gerektiği gerçeğini. Ruanda Yasası gibi düzenlemeler yoksulluk, çatışma, savaş gibi göçün temel nedenlerini dikkate almamak ve bunlara çözüm üretmemekle birlikte göçün maliyetini de arttırıyor.

∗∗∗

Yine de her şey bitmiş değil. Bu mesele öyle sakince kapanacak gibi görünmüyor. Bu çağın en tartışmalı ve bölücü yasalarından biri olarak nitelendirilen Ruanda Yasası ile ilgili kriz devam ediyor. ABD’nin ulusal sınır güvenlik konseyinin eski başkanlarından birinin yıllar önce söylediği gibi; “sınırlar büyük, uzun ve ince bir balona benzer. Bir yerinden sıktığınızda diğer taraftan çıkıyor. Ortadan yok olmuyor.”

∗∗∗

Sınır dışı planına başından beri karşı çıkan İskoçya hükümeti ile yükselen gerilim şimdi Başbakan Humza Yousaf’ın aniden gelen istifasının ardından, nasıl bir duruma evrilecek merak konusu. Medyanın büyük bir kısmı istifanın tek nedeni olarak İskoçya’nın iç dinamiklerine odaklansa da -Yeşiller ile anlaşmazlık- Başbakanın istifa etmeden yalnızca birkaç gün önce, Ruanda Yasasını "uygulanamaz ve ahlaki açıdan tiksindirici" olarak nitelendirmiş olduğunu unutmayalım.