1 Mayıs’ın doğmasına neden olan 1886’daki büyük grev dalgasından bu yana neler oldu neler... Tarihin akışı içinde bu akışı değiştirecek asıl gücün ne olduğu biliniyor.

Psişik zincirler
1886’da Haymarket Ayaklanması’nı başlatan patlama.

Dünyaya ve insana dair söylenecek en güzel söz "Yaşasın 1 Mayıs!" olsa gerek. Ve bu sözü haykırmaktan daha temiz, daha güzel, daha neşeli, daha öfkeli ve umutlu başka bir eylem de olmasa gerek. 1 Mayıs’ın doğmasına neden olan 1886’da Kentucky Louisville’deki büyük grev dalgasından bu yana neler oldu neler... Tarihin akışı içinde bu akışı değiştirecek asıl gücün ne olduğu biliniyor ve her şey bu gücün nasıl kontrol edileceği konusuna gelip dayanıyor. Sanal âlem, dincilik, ırkçılık, tüketim toplumu bireyciliği, uyuşturucu, baskı, denetim ve disiplin aygıtları...

Julia Kristeva’nın "A Meditation, a Political Act, an Art of Living" adlı makalesinde yazdığı gibi, üçüncü bin yılın başlangıcının sorunu dinler savaşı değil. Bu sadece yüzeyde görünen bir olgu. Üçüncü binyıldaki asıl sorun, Kristeva’nın sözleriyle, "sanalın tadını daha iyi çıkarmak için bilmemeyi istemek..." Bunun anlamı, vaatlerden zevk almak ve üstün bir İyilik Vaadi ile garanti edilen mal vaatleriyle yetinmek... Baştan çıkarma ve aldatma girişimleri tarafından doymuş olan kaotik bir uygarlıktan bahseder Kristeva. Dinler ve inancın gündemde olması bu doyumda aranmalı belki de; ama biliyoruz ki şüphe inancı çözebildiği gibi tam tersi katılaştırır da... Her alanda köktenciliğin zaman zaman yükselişi, şüpheye karşı savunma girişimi olarak da görülebilir. İrili ufaklı bir sürü kült tarikatın varolacak alan bulması, şaşırtıcı değil. "Rasyonalist hümanizmin yirminci yüzyılın totalitarizminde başarısız olduğunu ve yirmi birinci yüzyılda insan türünü tehdit eden ekonomik ve biyolojik otomasyonda başarısız olacağını açıkladıktan sonra" diyor Kristeva, bu tür savrulmalar kaçınılmaz. Bilmemeyi istememek, bütün bu başarısızlıkların bir sonucu aynı zamanda.

ACZİYET

Bilmemeyi istemek, sadece uygarlığın açmazlarından da kaynaklanmıyor. Renata Salecl ‘Cehalet Tutkusu’ adlı kitabında şöyle yazmıştı: "İnsanlar rahatsız edici buldukları bilgileri görmezden gelmek, inkar etmek ve çürütmek için gözlerini yummanın, kulaklarını ve ağızlarını kapamanın yollarını daima bulmuşlardır. Söylemleri yalanlarla dolu olsa bile bir liderle pekala özdeşleşebilirler. ‘Hakikat sonrası’ çağda farklı olansa ‘bilişsel atalet’in yükselişi, yani neyin gerçek neyin yalan olduğuna dair kayıtsızlığın artmasıdır. Bu sapma, basit bir öğrenme isteğine ilişkin yoksunlukla değil, bilmek konusundaki acziyetle ilgilidir. ‘Sahte’ haberlerin İnternet üzerinden nasıl yayıldığına baktığımızda haber kaynağını tespit etmenin ve haberin tam olarak hangi konuya dikkat çekmeye çalıştığını anlamanın güçlüğüne tanık oluruz."

Kaotik bir dönemden geçiyoruz. Böylesi kriz zamanlarında travmatik olaylarla yüzleşmek kolay değil. Pandemi, deprem, Filistin, ekonomik kriz... Kitlelerin "bilmemeyi istemesi" anlaşılır bir durum. Bilmemeyi istemek, bütünüyle bilgiden uzak olmak anlamına da gelmiyor, insanın kendisini o tuhaf bilgi akışına teslim etmesi de bir tür kaçış. Gece gündüz haber kanalı izleyen, Youtube’daki kışkırtıcı ya da sakinleştirici konuşmacıları dinleyen, sosyal medyadan bölük pörçük komplo teorileri ve bilgileri abur cubur tüketir gibi içine dolduranlar da aynı kaderi paylaşıyor. Sonuç: Kendine ait bir fikri olmaması. Bilgiye ve yoruma zahmetsizce hazır bir biçimde ulaşıldığında, hazır yemek tüketimi etkisi yapıyor, şişkinlik, rehavet, hazımsızlık... Bilmek, aceleye gelmeyecek bir eylem. Bir filmi izler izlemez yeni bir filme başlamakla, hiç film izlememenin aynı şey olması gibi.

Kristeva, bütün bu sorunların temelini, semboller dünyasının duygusal ve psişik yaşamlarımızdan kopuk olmasıyla açıklıyor. Duygusal yaşamlarımızı gösteri ekonomisi dışında temsil edemediğimiz için yaşıyor gibi hissedemiyoruz, boşluk duygusu içinde yarı canlı bir hayat... Bu yüzden sinema, internet vs şiddet ve seks sahneleriyle dolup taşıyor, idealize edilmiş ünlülerin romantik hayatları ve günlük yaşamları da protez fanteziler olarak işlev görüyor. İşte tüm bu meseleler, işçi sınıfının ve ezilenlerin psişik zincirleri... Bir gün bu zincirler bilme isteğiyle kırılacak...