Hakkari’nin Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde askeri birlikleri hedef alan ve 24 askerin hayatını kaybettiği PKK saldırısından hemen sonra...

Hakkari’nin Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde askeri birlikleri hedef alan ve 24 askerin hayatını kaybettiği PKK saldırısından hemen sonra bir haber televizyonuna konuk olan “uzmanı” izliyorum. Akademisyenmiş. Sanırım doçent.

Spiker soruyor: “Saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Cevabı buraya satır satır yazamayacağım. Sadece şu kadarını söyleyeyim: “Uzman” akademisyen, bu konuda ifade edilebilecek en zırva lafları birbiri ardına sıraladı.

Yok PKK halk desteğini kaybetmiş...

Efendim, bölgedeki etkisini halk üzerinde şiddet ve terör uygulayarak sürdürüyormuş...

KCK operasyonları ve sınır ötesi harekat sonucu uğradığı ağır kayıplar karşısında varlığını kanıtlıyormuş, falan filan...

* * *

Evet, memlekette aynen “uzmanımız” gibi düşünenlerin sayısı az değil. Ama onlar bu görüşlerini kahvehanelerde dile getiriyorlar. Fakat ekrana çıkarılıp fikirlerinden istifade edilmeye çalışılan bey, “stratejik” meseleler üzerine kafa yorduğu iddia edilen bir zat. Umut edelim ki, devletin sorunun çözümü için çalışan kurumlarına da bu “akılları” veriyor olmasın.

Bölgenin hakikatlerini yok sayıp yerine psikolojik savaşın dilini ikame eden hamasi tavrın geldiği son nokta burası. Türkiye Cumhuriyeti devleti artık, ülkenin cumhurbaşkanının ‘gizlice’ ziyaret etmek zorunda kaldığı (resmi açıklamalarda “sürpriz ziyaret” denildi) bölgeyi, birkaç gün çok sayıda askeri hedefi eşzamanlı vuran ve ağır zayiat verdiren bir örgütle karşı karşıya.

Üstelik silahlı bir muhalefet için eşine az rastlanır bir toplumsal desteğe sahip, devletin-medyanın manasız biçimde “terör örgütü” diye isimlendirdiği hareket.

Meselenin en kritik boyutu da burada zaten. Halkın desteğini kazanmış bir örgüte karşı... ya da en azından devletin halkın desteğini neredeyse bütünüyle kaybettiği ve hasım konumuna geldiği bir savaşın tutuklamalarla, hamasi meydan okumalar ve tehditlerle, sınır içi-sınır ötesi operasyonlarla, hasılı bugünkü politiklarla bitirilmesi mümkün değil. Tıpkı PKK’nın şiddet eylemlerini tırmandırmasının hedeflerine ulaşmalarını bu aşamadan sonra sağlayamayacağı gibi...

* * *

Her ne kadar sözünü ettiğimiz politikaların bugünkü uygulayıcısı olsa da Başbakan Erdoğan’ın müzakereye açık bir tutumunun olduğu biliniyor. Saldırının ardından yaptığı açıklamanın dozu da herşeye rağmen makuldü. Türklere yaptığı “infiale kapılmayın, kontrolünüzü kaybetmeyin” çağrısı da sağduyulu bir tutumdu.

AKP iktidarı bugün çok büyük bir oy desteğiyle hükümet etmektedir. Dolayısıyla sorunun diyalog temelinde çözülmesi için atacağı adımlar, kendi ikbali açısından siyasi bir deprem yaratmayacaktır.

Başbakan, mutlak iktidar tutkusuyla devletin ve önceki iktidarların yıllardır sürdüregeldiği geleneksel tutumu benimsemek, kendi tabanında da yaygın bir eğilim olan milliyetçilik zemininde politika yapmak yerine sık sık sözünü ettiği cesareti barış için gösterirse, herşeye rağmen bu ülkede hayırla yâdedilen bir başbakan olacaktır.

* * *

24 ocağa daha ateş düştü. Öldürülen PKK’lı sayısını bilmiyoruz. İhtimal, bir o kadar da Kürt anasının yüreği yandı. Vaktiyle başlatılan müzakereler, barışa giden yol dinamitlenmeseydi bunlar yaşanmayacaktı. Bundan sonra yaşanmaması için yapılabilecekler var. Ama şimdi adım atılmazsa her geçen gün, karşılıklı şiddet sarmalından geriye dönüş daha zor olacak.

Böyle bir siyasi cesareti gösterebilir mi, bilmiyorum ama bu konuda öncelikle adım atacak kişi Başbakan Erdoğan’dır.

Ama diğer yandan, sosyalistlerin de olup biteni yandan ve suskunluk içinde izlemeyi, dahası tarihsel haklılıklar üzerinden taraf olmayı en azından bu aşamada bir kenara bırakıp barış için daha cesur bir tavır geliştirmeleri gerektiğini de unutmayalım. Barışa bir kez daha şans tanıma çağrısı yapmanın zamanıdır. Lakin çağrının hedefi, bu saatten sonra sadece hükümet olamaz. Diğer cenahta da bu ülkenin iyi ve cefakar çocuklarına kulak kabartacak birileri vardır, herhalde.