Türkiye, adeta Çinli bilgelerin bedduasını almış gibi ‘enteresan’ günlerden geçiyor. Bir tarafta hükümetteki neoliberal islamcı partiye açılmış kapatma davası sürerken, aynı anda bir süre...

Türkiye, adeta Çinli bilgelerin bedduasını almış gibi ‘enteresan’ günlerden geçiyor. Bir tarafta hükümetteki neoliberal islamcı partiye açılmış kapatma davası sürerken, aynı anda bir süre önce hükümete karşı darbe planlayan emekli generaller gözaltına alınıyor. Hani insanın rüyasında görse hayra yoramayacağı ‘tuhaflıklar’.

Peki olup bitenleri nasıl anlamlandıracağız? Öteden beri yazıyoruz; devleti ele geçirmek isteyen neoliberal islamcılarla devletin gerçek sahibi olduğunu düşünen asker-sivil bürokrasi arasında bir iktidar savaşı sürüyor. Nihai hamlelere doğru hızla yol alan savaşın bir de ‘denizaşırı’ boyutu var. Ona bakalım...

•••

Her kritik hadisede “Türkiye’nin iç meselesidir, gelişmeleri yakından izliyoruz” diyen ABD, dünya üzerinde siyasi, ekonomik ve askeri hegemonya sahibi en etkin güç. 20 yıla yakın süredir, bütün imkânlarını seferber ederek ve savaş da dahil her türlü yolu deneyerek dünyanın enerji merkezinde kendi çıkarlarına uygun bir yeniden yapılanmayı tesis etmeye çalışıyor. Ama ne hikmetse, bu coğrafyanın tepesinde bir karakol gibi dikilen Türkiye’de olup bitenleri bir ‘iç mesele’ olarak görüp, ‘izlemekle yetiniyor’.

İnanalım mı? İnanırsak, en hafif deyimiyle komik duruma düşeriz.

Türkiye’nin soğuk savaş konjonktüründe ABD ile kurduğu bağımlılık ilişkisi, her kritik dönemeçte ülkedeki siyasal gelişmelere yön verdi. Hükümetler devrildi, muhtıralar verildi, darbeler yapıldı, hatta ülke iç savaşa sürüklendi.

AKP’nin hükümet olması, ABD’nin Ortadoğu için öngördüğü ‘büyük proje’ bağlamında hayli uygun bir zemin oluşturdu. Bilirsiniz, ılımlı islam modeli falan... Öte yandan AKP, IMF eliyle yürütülen neoliberal politikaların dünyadaki en istekli uygulayıcısı oldu. Washington’un takdirini kazandı.

Ama diğer tarafta, bugüne kadar ülke siyasetine yön vermiş asker-sivil bürokrasiden oluşan iktidar kliğinin ayakları altındaki toprak kaymaya başladı. Ya sürece uyumlu bir biçimde yeni pozisyonlarını benimseyecek ya da sonu belirsiz bir hesaplaşmaya yöneleceklerdi.

Dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeler karşısında, geçmişteki hareket alanından yoksun olan bu kliğin kendi içinde de ayrışmalar, farklı eğilimler ortaya çıktı. Bazı direnç odakları ‘eski güzel günlerdeki gibi’ süngünün öne çıktığı bir hamlenin planını yaptılarsa da başta ABD olmak üzere uluslararası emperyalist merkezlerden destek alamayacakları anlaşıldı.

Ama çatışma durmadı.

•••

Bu esnada, şimdiye kadar tanık olmadığımız yeni durumlarla karşılaştık. En dikkat çekeni, Genelkurmay karargâhından en gizli belgelerin sızması... Belgeleri “gidişattan rahatsız demokrat ve liberal subaylar sızdırıyor” iddiasına ancak budalalar inanır. Bu iddia, Genelkurmay karargâhında malum belgelere ulaşabilecek durumda olanların asgari bir güvenlik prosedüründen geçmediği anlamına gelir ki, olacak şey değil. Ortada daha büyük bir ‘sızdırıcı’ olması çok muhtemel.

Peki ‘büyük sızdırıcı’ ne yapmaya çalışıyor? Öyle anlaşılıyor ki, vaktiyle İsmet Paşa’nın ABD’ye karşı gündeme getirdiği “yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de orada yerini alır” tavrına, Şangay İşbirliği’ne göz kırparak yeniden hayat vermeyi hayal eden, ‘ulusalcılık’ teranesiyle ‘büyük proje’ye giden sürecin önünde ayak bağı olmaya çalışan son direnç odakları tasfiye ediliyor.

Bu operasyonalar herşeyin sona erdiği anlamına gelir mi? Sanmam. İki ay sonra Genelkurmay Başkanı olacak Orgeneral İlker Başbuğ’un “hükümetle anlaşarak gözaltılara yol verdiler” iddiası karşısında altını çizerek söyledikleri çok dikkat çekiciydi. Bu iddiayı ortaya atanlara Başbuğ şu soruyu yöneltti: “Bu komplo teorileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birlik ve bütünlüğüne, emir-komutasına zarar vermeye yönelik bazı amaçlara hizmet etmiyor mu?”

Bu sözlerden ben şu sonucu çıkarıyorum: Böyle bir mutabakattan söz etmek, ordu içinde aşağıdan gelecek ciddi bir tepkiye yol açar!

Demek ki, iktidar mücadelesi keskinleşerek sürecek.