Tayyip Erdoğan’ın Deniz Feneri işi patladıktan sonra izlediği saldırgan ve asabi tutumun -teşkilat disiplini ile davrananlar bir kenara bırakılacak olursa-

Tayyip Erdoğan’ın Deniz Feneri işi patladıktan sonra izlediği saldırgan ve asabi tutumun -teşkilat disiplini ile davrananlar bir kenara bırakılacak olursa- kendisine yakın çevrelerden pek destek görmediği anlaşılıyor.

Başbakan ve AKP’nin yönetici kadroları bu konuda yeterince ikna edici olamadı. Herkes bu işin içinde bir iş var diyor ama... Şunu da ilave etmeden yapamıyorlar. Ali Bayramoğlu’nun salı günkü yazısından aktaralım: “Deniz Feneri meselesinde artık çıplak bir gerçek haline gelen Türkiye boyutunun üzerine hükümetin ve Başbakan’ın niçin ve neden gitmediğini anlamak mümkün değildir..”

Sadece Ali Bayramoğlu değil, AKP’ye yakın birçok yazar aynı şeyi söylüyor: Başbakan ve hükümet bu işin üstüne niye gitmiyor?

Burada kuşkuya düşmemek mümkün değil. Başbakan’a bu meselenin üzerine gitmesi konusunda öneride bulunanlar, Başbakan’dan ve AKP iktidarından beklentileri konusunda samimi mi, yoksa retorik mi yapıyorlar? Çok merak ediyorum ve samimi olduklarına inanmak istiyorum. Eğer samimi iseler, bu defa da çok şaşırıyorum. Niye mi?

•••

Geçen haftaki yazımızda Deniz Feneri olayını –bir miktar sembolize ederek-  “...son hadisede yaşananlar, hareketin Almanya ‘bağış ve yardımlar sorumlusunun’ topladığı paraları Türkiye’deki ‘medya şirketleri sorumlusuna’ göndermesi... Bu kadar basit” diye ifade etmiştik. Makara olsun diye değil, hakikaten böyle düşündüğüm için yazmıştım bu satırları. Hâlâ öyle düşünüyorum.

Lakin Türkiye’de siyasetin nasıl yürüdüğüne dair bilgi ve tecrübesinden kuşku duymadığımız  birçok köşe yazarının Deniz Feneri meselesinin böyle bir veçhesi olabileceğine dair hiç kuşku duymaması tuhaf.

Bir kere haklarında, deyim yerindeyse ‘zımba gibi’ iddialar olan adamlar herhangi birileri değil. Bugün kendini AKP şemsiyesi altında ifade eden siyasi hareketin birbirleriyle organik ilişkileri olan, belli bir işbölümü ve hiyerarşi içinde hareketin yükünü taşıyan kadroları. Akçeli işler üzerinden dönen dolaplar da iki tane kurnazın ahlaki değerleri boşverip ceplerini doldurmasından ibaret değil. Kuşkusuz hareket ihya olurken kendileri de nasiplenmişler, lakin anlaşılan o ki, bu da işin raconundan.

•••

Bu adamlar nasıl böyle amansızca zenginleşmiş olabilir acaba, diye hiç düşünmez mi insan? Ne üretmişler, ne yaratmışlar? Memlekete, bu memleketin insanlarına, onların hayatlarına hangi katkıda bulunmuşlar da şimdi yüz milyonlarca dolarlık servetlerin üzerinde oturuyorlar. Diyelim ki garip gurebanın yardım ve bağışlarını ceplerine indirmediler; belediye marifetiyle gerçekleştirilmiş ranttan, el çabukluğuyla yapılmış yasa değişikliklerinden başka herhangi bir kaynak gösterebilirler mi?

Geçenlerde NTV’de Murat Akgün, Dengir Mir Mehmet Fırat’la yaptığı bir söyleşide, Tayyip Erdoğan’ın serveti ile ilgili olarak CHP’nin iddiasını dile getirip ‘milyar dolar’ gibi bir ifade kullanınca Başbakan köpürdü. Yine o bildik külhanbeyi ağzı, esmeler gürlemeler... Tam bu noktada, Fırat’ın savunması dikkat çekiciydi: “Ben milyar lafını duymamıştım, milyon anlamıştım, o bakımdan.”

Yani Başbakanımız dolar milyarderi değilmiş. Meğer kendi halinde basit bir dolar milyoneriymiş! Bunun bir savunma argümanı olarak dile getirilişine bakılırsa, Başbakan için üzülmemiz gerekiyor. Yazık.

Her türden ahlaki değeri bir kenara bırakıp, kamuya ait kaynaklar üzerinde spekülasyon yaparak ya da yalan ve demagojiyle gariban Müslüman’ın cebini boşaltarak zenginleşmelerinin hesabını nasıl olsa bir gün verirler deyip olup biteni izleyemeyiz. Beşuş çehrelerin gerisindeki açgözlü esnafın gerçek yüzünü açığa çıkarmanın tam zamanı.