Yani öfke ve lincin ticari kaygılar için üretilemeyeceği gerçeği önümüzde durmaktadır. Toplumun önemli bir kesimi için yerleşik değerlerin en önemlisine, subjektif bir bakış eleştirisi...

Yani öfke ve lincin ticari kaygılar için üretilemeyeceği gerçeği önümüzde durmaktadır. Toplumun önemli bir kesimi için yerleşik değerlerin en önemlisine, subjektif bir bakış eleştirisi getirecek bir ürün yaratıyor olmak, toplum mühendisliğine soyunmaktan çok, mühendis toplum yaratma amacına yakın düşmektedir...

 

Can Dündar son filmini neden çekmiş olabilir bilmiyorum. Ama aklımı da kurcalamıyor değil.

Şayet obsesif-kompulsif bir durum yoksa, filmin üretim nedenlerini değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum. Sinema etik bilgisi olan bir insanın, bu türde sinemasal ürünleri kolayca pazarlama fikri nasıl mevcut olur bunu anlayabilmiş değilim. Özellikle sinemasal bir ürün olarak görsel ve yazılı medyaya lanse edilen filmin; vizyona girme tarihinin 28 Ekim ile 11 Kasım arasına denk düşmesiyle; “bu günlerin anlam ve önemine uygun olarak, gişe önündeki ticari düşünce bulutlarını, nasıl yağmura dönüştürülebilirsiniz” fikri mi test edilmiş oldu?

Sanırım bu fırsatı yarattığı için; tüm yapımcılar, reklamcılar, sinemacılar Can Dündar" a minnet duymaktadırlar. Neden derseniz, bundan böyle resmi bayramlarımıza denk düşecek haftalarda bu içerikte sinemasal ürünler hazırlanıp, yani ticari talep ortamı yaratılıp bir piyango beklentisi içerisine girilebilir. Ya da belki dini bayramlarda bile beklentiye uygun sinemasal ürünler oluşturulabilir. Neden olmasın? Çünkü görüldü ki öfkesini kontrol edemeyenden tutun da, linç etmeye yatkın kitlelere kadar geniş bir demografi, bu tür popülist ajitasyonlara açık yaşamakta hatta belli sürelerle aç bırakılarak (onları provake edecek ürünlerden nahrum bırakılarak) daha da öfke+linç dozları arttırılmaktadır. Çünkü toplumun ısıtılması hazırlanması için bir ürüne ihtiyaç vardır. Zaten burjuva ideologları toplumu ‘sürü’ ve ‘koyun’ olarak görürler. Eğer halk ‘sürü’ ve ‘koyun’ olarak değerlendirilirse, o zaman bir de ‘çoban’a ihtiyaç vardır. Burjuvazi kendisini yönetici, halkı da ‘yönetilecek nesne’ olarak görür.

Yani toplum; problem çözme, problemi anlama ve hoşgörünün azaldığı noktada, sorun olarak nitelenen şeyin yok edilmesine yönelik, dogmatik bir toplumsal davranış modeli geliştirir. Linç, gelişmemiş, üst yapıları oluşmamış, ahlaki değerleri bir sığınma ve korunma olarak tanımlayan toplumlarda, o değerleri tehdit ettiği düşünülen her şeyi yok etme dürtüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Bir ürün ya da bir isim bunu farkında olmadan da başarıyor olabilir, o nedenle sahneye koyucu her zaman ortalık yerde olmayabilir. Üstelik öfkenin ya da linçin toprağı yoktur. Bu iki olgu dünyanın heryerinde yeşertilmektedir, beslenmektedir, Madımak"ta yanan canlardan tutun da, zavallı motosikletli kuryeye, Protestan ve Katolik rahiplere, üniversitelerdeki türbanlı kızlara, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya olaylarına hatta katledilen sokak köpeklerinden, taş attı ya da baklava çaldı diye hapsedilen çocuklara, tehdit edilen travestilere, transeksüellere, geylere ve lezbiyenlere kadar uzayıp gitmektedir.

Yani öfke ve lincin ticari kaygılar için üretilemeyeceği gerçeği önümüzde durmaktadır. Toplumun önemli bir kesimi için yerleşik değerlerin en önemlisine, sübjektif bir bakış eleştirisi getirecek bir ürün yaratıyor olmak, toplum mühendisliğine soyunmaktan çok, mühendis toplum yaratma amacına yakın düşmektedir. Bir üst kültürün hazırladığı senaryoyu perdeye yansıtma-seyirci bulma tekniği belki kısa vadeli popülist bir başarıdır ancak tartışılması da bir o kadar normal karşılanmalıdır.

Örneğin bu film ile birlikte öfke kontrolden çıkınca (Can Dündar"ın da kendi yorumlamasıyla kendisine dönük) bir linç kampanyasına dönüşüvermesi de bir o kadar yanlıştır. İşte bu noktada, yazının ilk bölümünde anlatmaya çalıştığım linç olgusunun başıboşluğu ya da sahipsizliği; konuşulacağı, tartışılacağı yerde, yapıtın üreticisine dönük karalama kampanyaları başlatılıyor. Aslında öfke uygun ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve doğal bir duygudur. Ancak kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüşürse okul-iş hayatında, kişisel ilişkilerde ve genel yaşam kalitesinde sorunlara yol açar. Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin (örneğin, çocuk istismarı, aile içi şiddet, fiziksel ya da sözel saldırganlık, toplumsal şiddet) temelinde öfke vardır. Öfke hem dışsal, hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar.

Hatırlarsanız 1980"den sonra televizyon kanallarımız çoğaldı ve renklendi. Televizyon kanallarındaki görsel yayınlar, filmler, diziler, canlı kanlı haberler, günlük yaşantımızın önemli bir bölümünü karşısına geçerek tükettiğimiz, kendimizi özelleştirdiğimiz, düşünen canlı özelliğimizi geliştirdiğimiz eğitimi alanlarımız oldular. Yani kökeninde kültür denen şey yerine içgüdüsel dürtülere göre davranmak tohumlandı hep. Her hareketi her söyleneni kendine yönelik kabul etmenin doğru olduğu bir savunma refleksi yaratıldı. Futbol taraftarları maçların ertesi günü, işyerlerinde aynı odada rakip hale getirilmedi mi? Sahada futbolcular birbirlerini, hakemleri tehdid etmedi mi? Koltuklarımızda seyirci kalmadık mı olan bitene yetkililer ya da sorumlular gibi.

Kıyafetimizi, dinlediğimiz müziği, konuştuğumuz dili, konuşmamızın içeriğini beğenmeyen bir güruh yarın öbür gün bize de yönelemez mi? Ücretimizin arttırılması ya da iş güvencemiz için haklı bir gösteri yaparken öfkesini linçe dönüştüremez mi bir işsiz. Öfke ve linçin her ne şekilde olursa, her kim kim ya da kimler tarafından üretiliyorsa geliştirilmemesi, yargısız infaz uygulamalarına son verilmesi, barış ve kardeşlik içinde yaşamın tesis edilmesi için, tüm sorumluları göreve çağırıyoruz.

Halkı ve toplumu ‘sürü’ ve ‘koyun’ olarak değerlendiren burjuva ideologlarına karşı da tavır almalıyız. İnsanı, ilkel, gelişmemiş yaratık olarak sunan tüm düşüncelere karşı durmalıyız. Unutulmamalı ki, burjuva ideologları, toplumda yaşanan sorunları, burjuva sistemine değil insan ve topluma mal ederler. Sorunlar sistemden değil de, insandan ve toplumun cahilliğinden kaynaklandığını ileri sürerler. Öfkenin lince dönüşmesine zemin hazırlayan bu oyunları seyretmemek, bilet alıp izlememek en mantıklısı.