Mısır’da halk yeniden sokaklarda... Askeri rejime karşı ayaklanan onbinlerce insan bir kez daha Tahrir Meydanı’nı doldurdu...

Mısır’da halk yeniden sokaklarda... Askeri rejime karşı ayaklanan onbinlerce insan bir kez daha Tahrir Meydanı’nı doldurdu. Mübarek yönetimini deviren kitleler, Mısır ayaklanmasını yeni bir aşamaya taşıdılar...

Bu vesileyle son bir yıldır yaşanan sürece kısaca bir göz atmakta fayda var.

Geçtiğimiz Şubat ayında, önce Tunus, ardından Mısır’da halk ayaklanmaları başladığında şunları yazmıştık: “Tunus’ta, Mısır’da başlayan halk ayaklanmalarının Arap dünyasında hangi kapıları açacağı henüz belirsiz. Sokağa çıkan muhalefetin bütün bir sistemi alaşağı edecek radikal bir yönelime girmesi bugün pek olası görünmüyor. Ayaklanmaların daha ziyade kendiliğinden ve tepkisel temelde gelişmesi zaman içinde varolan düzen tarafından ehlileştirilme, absorbe edilme ihtimalini güçlendiriyor.”

Sonradan “Arap Baharı” adını alan ayaklanmaların geldiği yer artık daha iyi anlaşılır oldu. Yozlaşmış dikatatörlerin yönetiminde, ekonomik, sosyal ve siyasi baskı altındaki Arap halklarının kendiliğinden başlayan başkaldırısı, ABD’nin Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da planladığı büyük projenin bir nevi kaldıracı haline geldi. Ne istediğini bilen bir programdan, siyasal hedeften ve örgütlülükten uzak kitleler diktatörlerin bir kısmını gönderdi ama yerlerine demokrasiye geçiş süreci görüntüsü altında yeni işbirlikçiler geldi ya da halen getirilmeye çalışılıyor.

* * *

2011 boyunca kaotik bir gelişme izleyen süreç, her ülkede farklı biçimde yaşandı.

Söz gelimi Libya’nın payına düşen, taraflarını Kaddafi yanlısı ya da karşıtı kabilelerin oluşturduğu bir iç savaştı. Sonuçta emperyalistler, bu konjonktürü, Batı dünyasının bölgedeki çıkarları bakımından ne zaman ne yapacağı belli olmayan Kaddafi’den kurtulmanın fırsatı haline dönüştürdüler. Tabii ki bedelini NATO uçaklarının tepesine bomba yağdırdığı Libya halkı ödedi. Libya şimdilerde kabileler arası hesaplaşmanın kanlı yoluna girmiş görünüyor. Göstermelik bir temsili demokrasinin bile inşası uzak bir hayal.

Libya’dakine benzer bir senaryo, bugün Suriye’de uygulanmak isteniyor. Bu defa aktörler kabileler değil, farklı mezhepler. Emperyalistler eliyle silahlandırılan Sünni topluluklar Baas rejimine karşı ayaklandırılıyor.

AKP hükümetinin de büyük bir hevesle destek verdiği “Suriye operasyonu”, Esad yönetiminin kendi halkına karşı şiddet uyguladığı argümanına dayanıyor. Söze Mısır’daki son gelişmelerle başlamıştık ya, tam bu noktada tekrar oraya dönelim. Mübarek’in devrilmesinden sonra iktidarı ele alan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin yönetimi sivillere devretmesi gibi masumane bir taleple meydanlara çıkan kitleler, tıpkı diktatörlük günlerinde olduğu gibi yine devlet terörüne maruz kaldılar. Tahrir ve çevresinde son 3-4 günde ölenlerin sayısı 50’yi buldu, yüzlerce yaralı var. Ama dikkat edilirse, Ortadoğu’da sözüm ona demokrasi isteyen Batılı merkezlerden çıt çıkmıyor. Buna taşeronluk heveslisi AKP hükümeti de dahil. (AKP hükümetinin kendi vatandaşlarından bir kısmına savaş açmış olduğu gerçeğini şimdilik bir kenara bırakıyoruz.)

Zaten bütün bir Arap Baharı, emperyalist Batı’nın iki yüzlü politikalarının adeta sağlamasının yapıldığı bir tecrübe oldu.

Hatırlarsınız, geçen Mart ayında Bahreyn’de sokaklara dökülenler şiddete başvurmadıkları halde, sadece Şii oldukları için, dolayısıyla İran’ın bölgedeki etkinliğine mevzi sağlayabilecekleri endişesiyle, üstelik Suudi askerleri kullanılarak kanla bastırıldılar. Demokrasi havarilerinin hiçbirinin o zaman da sesi çıkmadı. Ne ses çıkarması? Diktatörlüğün kralı Suudi Arabistan’da ama başta ABD olmak üzere bütün emperyalist cephe, hâlâ kapı gibi kralın arkasında duruyor.

* * *

Yıl boyunca çok sık duyduğumuz, “Diktatörlerin sonu geldi, dünya değişiyor, artık demokrasi zamanı...” falan gibi lafların fazlasıyla erken ve iddialı, hatta biraz da içi boş olduğunu gördük. Bu türden görüşler, genellikle Batı medyasının olayları kendi işine geldiği biçimde sunarken kullandığı, o bildik göz boyama diliydi. Doğrusu bizde de meraklısı çoktur bu dilin. Bunlardan kimi uzman ya da kanaat önderi havasında ABD’nin çıkarlarının sözcülüğünü yapanlar... Kimileri görünenle gerisindeki hakikati ayıramayanlar... Kimisi ise gönlünden geçeni yaşananların yerine ikame eden aşırı iyimserler...

Oysa gördük ki süreç, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkların tepkisine hedef olan yozlaşmış rejimleri emperyalizmin çıkarlarına uygun biçimde konsolide etmek yönünde gelişti. Şimdilik bunu büyük ölçüde başarmış görünüyorlar. Ama, şimdilik.

Çünkü... Bütün bu başkaldırıdan geriye hiçbir şey kalmadığını düşünmek, sadece karamsarlık değil, aynı zamanda aptallık olur. Arapların cesur başkaldırısının dünyanın başka yerlerindeki ezilenlere ilham kaynağı olması bir yana, meydanların, sokakların gücünü tecrübe etmiş kitlelerin, her seferinde daha örgütlü ve daha tanımlı siyasi hedeflerle harekete geçeceklerini düşünebiliriz.

2011 ayaklanmalarının talihsizliği, kapitalizm karşısında güçlü ve inandırıcı bir sosyalizm seçeneğinden yoksun bir döneme denk gelmesi oldu, herhalde.