PKK şiddet eylemlerini tırmandırmakla kalmayıp şehirlere de taşıma taktiğine hız vermiş görünüyor...

PKK şiddet eylemlerini tırmandırmakla kalmayıp şehirlere de taşıma taktiğine hız vermiş görünüyor. Ve her defasında, hedef alınsınlar ya da alınmasınlar –eylem alanının doğası gereği- sivil ölümleriyle birlikte geliyor haberler... İşte en son Batman’da hamile bir kadın, karnında taşıdığı bebeği ve otomobilde bulunan çocuğu PKK militanlarının polisle girdiği silahlı çatışma sırasında öldüler.

Tahmin edileceği gibi Türk basınının neredeyse tamamı olay henüz tazeliğini korurken, dolayısıyla hiçbir kanıta sahip olmadan, tamamen mülki yetkililerin açıklamalarına dayanarak, bu insanların PKK kurşunlarıyla hayatlarını kaybettiklerini ilan etti. Bilmiyoruz kimin kurşunu olduğunu... Ama zaten mesele, masum insanların PKK militanlarının mı yoksa polisin kurşunlarının mı kurbanı olduğu değil. O ya da bu. Durum değişmiyor. Bu savaşın dışındaki kadınlar, çocuklar ölüyor. Böyle devam ederse, bu ülkede birgün barış inşa edilse bile, iki halk arasında oluşmuş husumetin, kötü hatıraların silinmesi iyiden iyiye zorlaşacak. Bir arada yaşamanın temelleri sarsılıyor/sarsılacak.

PKK’nın bu gidişatı görmesini temenni etmekten başka yapacak bir şey yok.

* * *

Diğer yanda da iktidar bütünüyle savaşın diline tutunmuş durumda. Sınır ötesi hava harekatı süreklilik kazandı; kara operasyonu için hazırlıklar sürüyor.

Urfa’dan İzmir’e kadar her yerde neredeyse her gün onlarca kişi KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınmaya ve bunların bir çoğu tutuklanmaya devam ediyor. Bugün tutuklu KCK sanıklarının sayısı 3500’ü bulmuş durumda. Ülke sathındaki sürek avı, belli ki durmayacak.

İktidara yakın medyanın dili, geçmiş dönemde askeri vesayetin sözcülüğünü üstlenmiş merkez medyanın dilini aratmıyor. Aynı zehirli üslup sürüp gidiyor. Hürriyet’in eski manşetlerini artık Yeni Şafak, Zaman, Bugün atıyor; Ertuğrul Özkök’ün yazılarını bu gazetelerin köşe yazarları yazıyor... Sadece roller değişti.

İktidarın iki lafından biri, savaş!

Başbakan sözlerinin ne anlama geldiğinin farkında mı, bilmiyorum. “Müslüman Kürt kardeşlerine” sesleniyor: “Bunlara karşı kalkıp sizler de bir direniş ortaya koyacaksınız. Bu sadece bizim görevimiz değil” diyor.

BirGün, bu konuşmayı “Hizbullah göreve” manşetiyle verdi. Doğrudur. Lakin Hizbullah’ı göreve çağırmanın ötesinde, Başbakan’ın konuşması açık bir iç savaş çağrısıdır. Kürtlere “Kırın birbirinizi” diyor. Bu çağrıyı meczup bir köşe yazarı ya da şuursuz bir televizyon yorumcusu yapmıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı yapıyor. Yarın bir BDP üyesi sokakta yürürken ensesine sıkılan tek kurşunla öldürülürse, bunun sorumlusu kim olacak? Başbakanın çağrısı Kürt şehirlerinde yeni faili meçhullere davetiye değilse, ne?

* * *

Peki iktidar, Kandil’i bombalayarak, Kürt siyasetinin sivil unsurlarını tutuklayarak PKK’yı o topraklardan silemeyeceğini bilmiyor mu? Elbette biliyor.

Tıpkı PKK’nın sağda solda bomba patlatarak, mayın döşeyerek taleplerini kabul ettiremeyeceğini bildiği gibi...

Taraflar yeniden müzakere masasına oturacak. Bunun başka bir yolu yok. Ne Türkiye ne de Ortadoğu bu sorunla birlikte “istikrarlı” (siz bunu kapitalizmin bölgedeki uzun vadeli çıkarlarının teminat altına alınması olarak okuyun) bir gelecek inşa edebilir. Öyleyse, yakın zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da oturulup konuşulacak.

Öyle anlaşılıyor ki, karşılıklı tırmandırılan bu şiddet, her iki tarafın masaya güçlü oturma planının bir parçası. Gelin görün ki, bu esnada olan, asker ya da PKK’lı, genç ya da yaşlı, kadın ya da çocuk, bu ülkenin insanlarına oluyor. Yoksul ve çaresiz insanlarına...