Şov başladı. Üstelik mide bulandırıcı bir demagojiyle... Anlamışsınızdır, Başbakan Erdoğan’ın geçen salı günü Meclis grubunda yaptığı konuşmadan...

Şov başladı. Üstelik mide bulandırıcı bir demagojiyle... Anlamışsınızdır, Başbakan Erdoğan’ın geçen salı günü Meclis grubunda yaptığı konuşmadan söz ediyorum. Güya 12 Eylül’ün cinayetleriyle hesaplaştığı konuşma...
Ertesi günün gazetelerinde birinci sayfalara bakmak, sergilenen orta oyununu anlamak için yeterliydi. ‘Solcular’ın da okuduğu varsayılan AKP destekçisi gazeteler (Taraf, Sabah vd) Necdet Adalı ve Erdal Eren isimlerini öne çıkarırken, ‘sağcılar’ın okuduğu gazeteler (Vakit, Yeni Şafak vd) Mustafa Pehlivanoğlu’nu manşete çıkarmıştı. Hasılı, Başbakan aklınca “hem nalına hem mıhına” vuruyor.
AKP referandum stratejisini “12 Eylül’le hesaplaşma” söylemi üzerine kurdu. Kendisinin ve SP ile BBP’nin (ve dahi eskisolcuyeniliberallerin) oyları anayasa değişikliğinin kabulüne yetmeyeceği için CHP ve MHP seçmenine oynuyor.
Başbakan (ve konuşma metinlerini hazırlayan danışmanları) ucuz kurnazlık peşinde. Google araması ile internetten bulunmuş yalan-yanlış bilgilerle anlattığı devrimcilerin hatırasını referandum öncesi kaba bir demagoji malzemesi olarak kullanıyor. Bu, ancak balık hafızalıları ve kendini hâlâ ‘solda’ gören siyasi bunakları etkiler. Nitekim cuntacı generalleri “cennetlik” ilan eden Fethullah’ın gazetelerinde tefrikaları başladı bile, AKP’den demokrasi bekleyecek kadar tepesersemi olmuş eski dostlarımızın...
•••
AKP 12 Eylül’le hesaplaşıyormuş!
Geçen hafta Radikal 2’de Zafer Aydın’ın güzel bir yazısı vardı, meseleyi gayet sarih anlatan... (Ama ona geçmeden önce... Aynı nüshada Ahmet İnsel’in de “neden evet demek gerektiğine” dair bir yazısı yayımlandı. Tek kelimeyle hazin. ‘Evet’ deyip değişim tekelini AKP’nin elinden almalıymışız... Sonradan daha demokratik bir anayasa talebi için yüzümüz olmalıymış... Bunlara benzer tartışmaya bile değmeyecek başka zorlama gerekçeler... Şu nedenle bahsediyorum; onu da okuyun ve hafızanızın bir yerine not edin. Sonra böyle şeyler unutuluyor.) Neyse, Zafer’in yazısına dönelim:
“...AKP’nin tadilat paketi 12 Eylül ile hesaplaşmıyor, tersine 12 Eylül’den, 12 Eylül’ün ruhundan, zihniyetinden hiza alıyor. Paket, 12 Eylül Anayasası’nın otoriter ve antidemokratik içeriği muhafaza edilerek hazırlandı. (...)
“AKP vesayet rejimini tasfiye etmenin değil, vesayetin müdahale araçlarını ele geçirmenin uğraşı içinde.(...) YÖK örneğinin ortaya koyduğu gibi AKP, eline geçirdiği sürece, rejimin bürokratik egemenlik aygıtlarıyla, onların antidemokratik niteliğiyle sorun yaşamıyor. Bilakis iktidarını, otoritesini sağlamlaştırmak için o yapılara yaslanıyor, onlardan güç alıyor.”
•••
Zafer’in yazdıklarına ilaveten somut bir gelişmeyi hatırlatmakta yarar var. Biliyorsunuz, AKP’nin Adalet Bakanı, cuntacı generallerin yargılanamayacağını ilan etti. Sebebi ne? Zamanaşımı. Peki, ilgili maddeye “insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı hükmü uygulanamaz” ifadesi eklensin önerisini kim reddetti? AKP’li milletvekilleri. Bunlar 12 Eylül’le hesaplaşacak, öyle mi?
Bir de şu var: 12 Eylül’le hesaplaşmak, şimdilerde 90’lı yaşlarına merdiven dayamış cuntanın beş generalini (galiba 3’ü hayatta) yargı önüne çıkartmaktan ibaret olsaydı, amenna! Lakin, meseleyi buna endekslemek, 12 Eylül’den, dahası Türkiye’nin yakın tarihinden hiçbir şey anlamamak demektir. Ya da daha kötüsü, bu tarihin gerisindeki emperyalist müdahaleyi ve sınıf çatışmasını görmezden gelmek ve saklamaktır. 12 Eylül’le hesaplaşmak, sadece “Asmayalım da besleyelim mi” (Kenan Evren) ile değil, “Our boys have done it” (Paul Henze) ve “Bugüne kadar hep işçiler güldü biz ağladık, bundan sonra biz güleceğiz” (Halit Narin) ile hesaplaşmaktır. Yani emperyalizm karşısında haysiyetli bir duruş ve sermayenin tahakkümü karşısında emeğin haklarını ve iktidarını savunmaktır. Bunu yapacak son kişiler de 12 Eylül’de kuyruğu kıstırıp tam siper yatan malum zevattır.