Cezaevi, özellikle askeri cezaevi zordur. Hele ki dünyanın en yalnız insanıysanız. Nitekim Ergin Bey de epey zor bir tutukluluk dönemi geçirdi…

Geçenlerde bir sebeple ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’ne bakıyordum. (Konuya girmeden hemen şunu söyleyeyim: Türkiye’de son yıllardaki yayın faaliyetleri içinde en değerlilerinden biridir bu ansiklopedi. Başta Ertuğrul Kürkçü olmak üzere emeği geçenlere teşekkür borçluyuz. Ansiklopedi mesaisinin yükünü çekenlerden, şimdi aramızda olmayan Sevda Kılıç ve Ulus Baker’i de bu vesileyle analım.)

Evet... Okuduğum kısımda tanıdık bir isme rastladım.

Ansiklopedide epey tanıdık isim var ama onunkini görünce şaşırdım. “Vay be” dedim, “burada karşıma çıkacağını hiç sanmazdım.”

Zaman içinde hafızamdan bütünüyle uçup gittiğini farkettim.

Merak ettim, hâlâ hayatta mı acaba, diye...

Sözünü ettiğim isim, Ergin Örgügören. 12 Eylül sonrası MHP davasında idamla yargılanan sanıklardan...

•••

Ergin bey, MHP Beşiktaş ilçe yöneticisiydi. Suçu ise, onun tarafından hazırlandığı iddia edilen bir rapordu: ‘Gizli Teşkilat Yapılanması’.

Rapor, 1979 yılında rutin bir polis araması sırasında ele geçiyor. Altında Ergin Örgügören imzası var. MHP’nin yasal bir parti görüntüsü altında paramiliter bir suç örgütü olarak örgütlenmesinin gerekliliğini vurgulayan, Hitler’den, Goebbels’ten, Hess’ten alıntılarla dolu bu rapor, o dönemde partinin başını epey ağrıtıyor. Benzer durumlarda hep yaptıkları gibi, raporun sorumlusu olarak görünen kişiyi dışlıyorlar. Sadece dışlamıyor, Ergin Örgügören’in MİT ajanı olduğunu ve partiye kasıtlı olarak sokulduğunu açıklıyorlar. (Ardından dönemin başbakanı Ecevit de bir açıklama yapıyor: “Örgügören’in MİT’le ilgisi yok. 1977’de teşkilata yaptığı müracaat kabul edilmedi.”)

Rapor, gerçekten Ergin Bey tarafından mı hazırlandı, elbette bilemem. Kanaatimce, kuvvetle muhtemel. Lakin, parti tarafından ‘harcanıp’ MİT ajanı ilan edilince, dünyanın en yalnız insanı haline geliyor.

Cezaevi, özellikle askeri cezaevi zordur. Hele ki dünyanın en yalnız insanıysanız. Nitekim Ergin Bey de epey zor bir tutukluluk dönemi geçirdi.

Bir kere yaşlıydı. Yaşlı deyince, o dönemlerde bizim bu kategoriye soktuğumuz 35 yaş civarındaki insanlar gibi değil. Sanırım 60 yaşına yakındı.

(O vakitler koğuşun en küçüklerindendim. 35 yaş gözüme çok büyük görünürdü. Şimdiki yaşımda oraya girsem ve bugünkü ‘beni’ (47) koğuş kapısında kıdemli olarak o günkü ‘ben’ (20) karşılasa, soru herhalde şöyle olurdu: “Hayrola amca, senin ne işin var burda?”)

•••

Ergin Bey’in durumunu anlamak bakımından, konunun yabancıları için kısa bir açıklama yapayım: Mamak Askeri Cezaevi’nde solcular ve faşistler aynı koğuşlarda/hücrelerde yaşamaya zorlanırdı. ‘Zorlanırdı’ diyorum, çünkü kimse aynı mekânı paylaşmaya istekli değildi. Birkaç ay öncesine kadar kanlı bıçaklı olan insanları bir arada yaşamaya zorlamak, ya da o dönemdeki yaygın adıyla cuntanın “karıştır-barıştır” politikası, kendi başına bir işkence uygulamasıydı. Cezaevi idaresinin bir maksadı da, koğuş içinde devrimcileri denetleyebilmek için faşistlerin ispiyonculuğundan istifade etmekti. Faşistlerin bu ‘hasletinden’ fazlasıyla yararlandıklarını da belirtmeliyim. İki tarafın, gündelik zaruri diyaloglar (yemek, yatak paylaşımı, eğitime çıkacak tutukluların sırası vb) dışında teması olmazdı. O diyaloğu da her iki tarafın kıdemlileri yürütürdü. Durum buydu.

Ergin Bey’e dönecek olursak... Düşünün ki, MHP için gizli bir rapor hazırlamışsınız (ya da hazırladığınıza dair güçlü kanıtlar var), ama partiniz sizi dışlamış ve hatta suçlamış. Yakalanıp askeri cezaevine gönderilmişsiniz. İçeri giriyorsunuz; bir tarafta sizi günah keçisi ilan etmiş partinin militanları, diğer tarafta hizmet ettiğiniz örgütün ‘yeminli düşmanları’! Ve sağlık sorunlarıyla boğuşan 60 yaşında bir adamsınız. Bilmem anlatabildim mi?

Denize düşen yılana sarılır misali, Ergin Bey de MHP’lileri (belki de yakinen tanıdığından) kendisi için daha tehlikeli bulduğu için yavaşça bize yanaştı. Tabii biz de tereddütte kaldık. Adam ‘kafa’ MHP’li. Eğer değilse MİT’çi. Hasılı sıradan biri olmadığı aşikâr. Lakin göz göre göre aç kurtların arasına atmak da bize uymaz. Neyse... Biraz tartışma falan olduysa da ihtiyarı ‘himayemize’ aldık. Faşistler de ‘ne hali varsa görsün’ havasına girip meselenin üzerinde pek durmadı.

•••

Ergin Bey komüne katılmadı (ya da biz uygun görmedik, şimdi tam hatırlamıyorum). Kendi ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla karşılıyordu. Ama yatak hesabında, yemek hesabında ‘bizden’ görünüyordu. Yemeğini bizim masalarda yerdi. Yatağı bizim taraftaydı. Gündelik ilişkilerini bizim takımla yürütürdü.

Zaman içinde Ergin Bey’le dostluğumuz ilerledi. Sık sık sohbet ederdik. Tipik bir İstanbul beyefendisiydi (artık bu ne demekse?!). Kibar, kültürlü, titiz ve yardımsever... Epey solcuya tumturaklı tahliye dilekçeleri yazmışlığı vardır.

Yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul’dan kızı gelirdi görüşüne, belli aralıklarla... Onun dışında ziyaretçisi yoktu. Anlayacağınız, kendi çamaşırını kendi yıkayanlardandı. O yaşta!

Cezaevi ortamının ona ekstradan vaadettiği tehlikenin ürkekliğini hiçbir zaman üzerinden atamadı. Tuhaf bir yürüyüşü vardı... Böyle tedirgin, hafif yan yan, sanki duvar dibinden kendini kollayarak gider gibi... Namütenahi sigara içerdi, elleri titreye titreye...

Bir de kendine has yazı stili vardı. Evet, Ergin Bey’in yazısı belki başka hiç kimsede eşine rastlayamayacağınız gayet karakteristik bir yazıydı. Çünkü cetvel kullanarak yazardı. Cetveli de boşalan süt kutularından kendi imal ederdi. ‘Cetveli’ çizgisiz kağıdın üzerine yerleştirir, her harfin tabanı cetvele temas edecek şekilde, hani denir ya, ‘inci gibi’ döktürürdü (Hatta o aralar birkaç kişinin bu stile özenip yine boş süt kutusundan kendine cetvel yaptığını, ama aynı beceriyi gösteremeyince bu sevdadan vazgeçtiğini hatırlıyorum). Harfler de cetvelle ilişkilerine bağlı olarak muhtelif şeklî özellikler kazanmış, bazı harfler estetik bir deformasyona uğramıştı. Kimi harfler hep majiskül, kimileriyse miniskül yazılıyordu.

Ergin bey, yazacağı her ne olursa olsun, cetvelden vazgeçmezdi. Mesela kantine yoğurt ve diş macunu siparişi mi verecek? Küçük bir kağıt parçasına bunu karalamak yerine hemen masaya koşar, cetvelini alır, farklı ihtiyaçlar için kullanmak üzere önceden muhtelif ebatta kesip hazırladığı kağıtlardan birini çıkarır ve hızlı ama özenli yazardı: 1 adet yoğurt / 1 adet diş macunu. Ergin Örgügören.

Evet, bir tür obsesif denebilir.

•••

Ergin Bey’le dost olduğumuzu ve sık sık sohbet ettiğimizi söylemiştim. Söz elbette hemen her defasında ve kaçınılmaz olarak siyasetin kızgın sularına gelirdi. Gelirdi ama Ergin Bey genellikle dinleyici pozisyonuna girer, çok konuşmazdı. O vakitler 20-21 yaşında olan genç bir devrimcinin iddialı laflarını nasıl bir haletiruhiye içinde dinlerdi, bilemiyorum.

Lakin bir defasında, C-3’te tam tuvaletlerin önünde, birlikte sigara içerken söz Hitler Almanyası’ndan açılmıştı. Lafı ağzımdan kapıp Üçüncü Reich’ın (aynen böyle demişti, ‘Üçüncü Reich’) mükemmel sayılabilecek bir devlet örgütlenmesi gerçekleştirdiğini söylemekten kendini alamamıştı. İnanın abartmıyorum. O an, bütün canlılığıyla hafızamda... Özellikle ‘Üçüncü Reich’ derken gözlerinde beliren pırıltı.

Yıllar geçtikçe o pırıltıyı daha bir yerli yerine oturttum. Ergin Bey’le başka koşullarda karşılaşmadığıma hep dua etmişimdir.