Foti Benlisoy’un önceki gün BirGün’de yayınlanan “AKP’ye yandaş ya da karşı olmak” başlıklı yazısı

Foti Benlisoy’un önceki gün BirGün’de yayınlanan “AKP’ye yandaş ya da karşı olmak” başlıklı yazısı, bazı konuları tartışmak bakımından faydalı bir zemin sunuyor.

‘Sol liberalizm’ eleştirisini bir döneklik meselesine indirgemeyelim diyor Benlisoy ve ekliyor; sol liberallerin eleştirilmesi gereken yanı, hakim sınıfların bir kesimine muhtelif erdemler atfederek yamanması, mücadelesini bu kesimin mücadelesine bağımlı kılmasıdır. Benlisoy’a göre, mesele döneklik ekseninde ele alınınca sosyalistler de kendilerini –liberallere inat- AKP’ye karşı olmak temelinde tanımlıyor. Bu noktada Benlisoy, kendi yaklaşımını şöyle ifade ediyor: “Oysa antikapitalist sol tutumu sol liberal bir pozisyondan ayıran temel unsur, AKP karşıtı olup olmamaktan ziyade, bağımsız bir sosyalist politik alternatif inşa etmeyi hedefleyip hedeflememek meselesidir.”

* * *

Bu yaklaşımın problemi, sanırım bir tür ‘siyaset yapma tarzı’ ile ilgili. Boşverin AKP’yi, antikapitalist bir siyasal-toplumsal alternatif yaratalım demek, aslında siyaseten –neredeyse- hiç birşey dememektir.

Bugün kapitalizmin gerekleri, bu bağlamda serbest piyasa uygulamaları, biliyoruz ki AKP eliyle yürütülmekte. Çünkü siyasal iktidar üzerinde –tam olmasa bile- yaygın ve güçlü bir kontrolü var. Bizzat icra makamında. Nitekim, bugün işsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin, kamu haklarından giderek artan oranda mahrumiyetin, sendikaları takatten düşüren politikaların, özelleştirmelerin gerisindeki siyasal güç, AKP değilse kim? Öyleyse, AKP karşısında güçlü bir muhalefet cephesi yaratma mücadelesi, antikapitalist mücadeleden niye ayrılsın? Tabii ki antikapitalist mücadele hükümete karşı mücadeleye indirgenemez ama ‘siyasetin sivri ucunun’ yöneltilmesi gereken yer, bugünün somut siyasal konjonktüründe AKP iktidarıdır. Grevlerden, işçi direnişlerinden özelleştirme karşıtı eylemlere kadar bütün mücadele biçimlerinin karşısına dikilen AKP’den, onun hükümetinden başkası mı? Dolayısıyla ‘bir soyutlama düzeyinde antikapitalist mücadele’nin somut tezahürü elbette AKP’yi hedef alan bir zeminde gelişecek. Kaldı ki, bunun sol liberalizmi eleştirmekle doğrudan bir ilgisi de yok. Söz gelimi bu memlekette sol liberaller olmasaydı, -inatlaşacağımız birileri olmadığı için!- AKP’ye karşı mücadele edilmeyecek miydi? Ya da AKP karşıtı bir muhalefet cephesi örgütlenmeye çalışılmayacak mıydı?

* * *

Benlisoy, “AKP karşıtlığı adına CHP’ye karşı hayırhah bir eğilimin sosyalist saflarda utangaç bir biçimde de olsa yaygınlaştığını” söylüyor; BirGün’de referandumun ardından yapılan meşhur “yüzde 60 – yüzde 40” yaklaşımını da bunun bir işareti olarak değerlendiriyor. Devamla, (Hayri Kozanoğlu’nun konuya açıklık getirdiği yazısına zımni bir gönderme yaparak) hedef kitleniz bu yüzde 40’sa, onların siyasi öncelikleri ve hassasiyetleri sizin siyasetinizde de öncelik kazanır diyor ve üniversitelerde bir kısım öğrencilerin türbana karşı çıkmalarını örnek gösteriyor. Türban bir yana, önce “yüzde 40’lık hedef kitle” meselesi üzerinde duralım.

Kastedilen CHP tabanıysa ki öyle, elbette sosyalistlerin hedef kitlesidir. Ama bu, siyaseti “CHP’lileri kafalamak” üzerinden kurmayı gerektirmez, zaten öyle yapılırsa onun adı devrimci siyaset olmaz.

Öncelikle CHP yönetimi ile tabanını birbirinden ayırıyor muyuz, buna cevap verelim. CHP yönetimi, -son dönemdeki söylem farkına rağmen- temelde milliyetçi-otoriter bir siyasi çizgiyi temsil edegeliyor. Dolayısıyla bu yanıyla sosyalistler açısından ancak bir eleştiri konusu olabilir. Peki CHP tabanı, yönetimin bu siyasi tavrından bütünüyle azade mi? Tabii ki hayır. Ama bütün bir CHP kitlesini böyle tarif etmek mümkün mü? Tabii ki hayır. CHP tabanında, bugün bir kabuk haline gelmiş cumhuriyet modernleşmesini siyasi tavrının merkezine koyanlar olduğu gibi, kendisini esasen emeğin mücadelesinin bir parçası olarak gören insanlar da var. Bunu görmezden gelip sırtımızı mı dönelim? Önümüzde “bir kişi daha çoğalmak” gibi bir sorun varsa, sadece komünist işçi aramak gibi bir lüksümüz olabilir mi? Kaldı ki, CHP’li ya da değil, yüzünü emeğin mücadelesine dönmeye yatkın herkes sosyalistlerin hedef kitlesidir.

Öte yandan, CHP tabanının siyasi hassasiyetleri bizim için niye öncelik kazansın? Kendi durduğumuz yere bu kadar mı güvensiziz? Devrimci siyaset, kazanmaya çalıştığın insanların önceliklerine boyun eğmek değil, onları senin hassasiyetlerine ortak etme mücadelesidir.

(Yerim bittiği için türban meselesini başka bir yazıya bırakıyorum. Sadece şunu söyleyeyim: Türbanla üniversiteye gelen öğrenciye karşı çıkmak yanlıştır. Bu tutumun “CHP hassasiyetini öncelik haline getirmekten” daha ciddi siyasi yanlışlardan kaynaklandığını düşünüyorum.)

Bu arada... Azizim Foti, bırak döneğe de dönek diyelim.