HSYK seçimleri sürpriz mi oldu? Cevabı BirGün’ün iki gün önceki manşeti veriyor: “Demiştik... Oldu”

HSYK seçimleri sürpriz mi oldu? Cevabı BirGün’ün iki gün önceki manşeti veriyor: “Demiştik... Oldu”

Adalet Bakanlığı HSYK seçimleri için (aralarında bakanlık bürokratlarının da olduğu) kendi listesini çıkardı ve kazandı. 10 binden fazla hakim ve savcının katıldığı bir seçimin sonucuna saygılı olun, deniyor. Tamam, ben saygılıyım. Hakim ve savcılar tercihlerini bakanlığın listesinden yana kullanmışlar. Ama mesele seçim sonucu değil. Mesele, yürütmenin kendi tercihlerini yargı mensuplarının önüne sürmekte demokratik prensipler açısından hiçbir sakınca görmemesi. Faşizm illâ askeri darbelerle gelmez; pekala aşağıdan yukarı “milli irade” ile de inşa edilir. İkincisi ilkinden daha az vahim değildir. (Bkz. yirminci yüzyıl tarihi)

Peki buna şaşırıyor muyuz? Elbette hayır. Baştan beri söylediğimiz gibi, AKP iktidarının maksadı uygulamakta olduğu stratejik politikanın önünde engel olarak gördüğü başta yargı olmak üzere tüm devlet kurumlarını kontrolü altına almak. Bugün HSYK, yarın Anayasa Mahkemesi. Süreç kuşkuya yer bırakmayacak kadar net. Faşist 12 Eylül rejiminin ne kadar kurumu varsa hiçbirine dokunmadan sadece artık kendisine hizmet edecek birer aparat haline getirmek. O yüzden YÖK’le, RTÜK’le, seçim barajıyla bir meselesi yok.

* * *

Bir tek, HSYK seçiminde ortaya çıkan tabloya bakıp “Hay Allah, böyle yapacaklarını sanmıyorduk; biz yargıda hakikaten demokratik bir dönüşüm bekliyorduk” diyenlere şaşıyorum. Türkiye’nin siyasi tarihinde, hükümet olacak kadar bir seçmen desteğini arkasına alan her siyasi partinin öncelikli programının (hem siyasi egemenliğini pekiştirmenin bir aracı olarak, hem de ekonomik kaynakların kendi yandaşlarınca yağmalanmasının imkanlarını yaratmak için) devlet aygıtını ele geçirmek olduğunu söylesek, buna itiraz edecek biri var mı? Aksi bir örnek gösterilebilir mi? AKP’nin bundan farkı olarak, Batı demokrasisinin (ya da burjuva demokrasisinin) prensip ve kurumlarını benimseyip yerleştireceğine dair kanaatin dayanağı nedir? Hangi icraatı?

İktidarının ilk döneminde Avrupa Birliği ilişkilerine yaslanmaktan yakın zamanda askeri vesayetin geriletilmesine kadar bütün politikalar, kendi iktidarının temellerini sağlamlaştırmanın birer aracı oldu. Sürecin yönelimi, Kafkasya’dan Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada ABD’nin yeni egemenlik planlarıyla... uluslararası sermayenin neoliberal politikalarıyla örtüşünce, AKP için köpeksiz köyde değneksiz dolaşmanın şartları da oluştu.

* * *

Ama bu politikaların da belli bir sınırı var. Kendi neşet ettiği geleneğin ve tabanının ideolojik ve kültürel kodlarıyla çatışmaya başladığı noktada AKP usulü “demokratikleşmenin” ayak sürüdüğünü gördük. Sözgelimi Kürt meselesi. Sorunu müslümanlık/muhafazakârlık temelinde çözme girişimi Kürt ulusal hareketinin bölgedeki gücüne, açılım söylemi kendi tabanını da içine alan milliyetçi hassasiyete toslayınca bu defa PKK’yı tasfiye planına yöneldiler. KCK operasyonu bunun başlıca adımı oldu. (Bu arada, liberalden muhafazakâra AKP yandaşlarının KCK operasyonlarını yargı marifetiymiş gibi sunup, tamamen hükümet/cemaat kontrolündeki polisin asli rolünün üstünü örtmeye çalışması da gözlerden kaçmadı.)

İktidar, bununla yetinmek niyetinde değil. Başbakan’ın Kızılcahamam konuşmasında “BDP’nin 2 buçuk milyon seçmeni sandığa silah zoruyla götürdüğü” iddiası, saçmalığı bir yana artık hedefte Kürt yasal partisinin olduğunu gösteriyor.

AKP’nin derdi demokratikleşme falan değil, onun derdi mutlak iktidar. Zaten yaşayıp göreceğiz. Bir de şunu göreceğiz: Bugüne kadar AKP’den demokrasi bekleyenlerin samimiyetini. Bunlar da ayrışacak. Bir kısmı, “maymun ağaca tırmandıkça” görünenin ne olduğu konusunda hakikati söyleme cesaretine sahip arkadaşlar olacak... Diğerleri ise, zaten bu süreci nemalanmanın bir vesilesi olarak görüp alkış tutanlar...