ABD’nin savaşlardaki politikalarına ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtlayan ABD’li gazeteci Savage, kurumlara güveni azalan halkın, 11 Eylül benzetmesini ‘yutmadığını’ söyledi. ABD halkında büyüyen savaş karşıtlığına dikkat çeken Savage, “Kamuoyu ateşkes yanlısı” dedi.

11 Eylül masalı tutmuyor
Fotoğraf: AA

Umut Can FIRTINA

Başta Gazze ve Ukrayna olmak üzere tüm dünyanın gözleri önünde 21’inci yüzyılın en büyük vahşetleri yaşanıyor. Başını ABD’nin çektiği emperyalist Batı, retorik bir savaş karşıtlığının yanında söz konusu savaşların en büyük destekçileri. ABD, neredeyse iki yıldır Ukrayna'ya siyasi ve ekonomik olarak destek bitmeyen savaş için milyarlarca dolar harcanıyor. Ancak şimdi bu destek hükümetler ve halklar tarafından sorgulanır hale geldi.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’in güneyine gerçekleştirdiği saldırı sonrası İsrail, Gazze'de şimdiye kadar 15 bin cana mal olan bir savaş başlattı. Batılı liderler, tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi savaşın ilk günlerinde İsrail'e koşulsuz desteklerini ifade ettiler. Ancak Gazze'deki savaş çok hızlı bir şekilde insani bir krize dönüştü.

İsrail binlerce sivili öldürdü, bunların neredeyse yarısı çocuktu. ABD’nin neredeyse her yerinde milyonlarca vatandaş, tıpkı dünya genelinde olduğu gibi onlarca protesto gösterileri düzenledi. Biden yönetimi Hamas'a dair “İsrail çizgisindeki” retoriğini değiştirmedi. Ancak İsrail'in Gazze’ye yönelik saldırıları ve planları, artan kamuoyu tepkisiyle Beyaz Saray ile Tel Aviv arasında bir boşluk oluşturuyormuş gibi görünüyor.

Jacobin yazarı ve gazeteci Luke Savage, Gazze ve Ukrayna’daki savaşları, ABD’de savaşlara yönelik kamuoyunu ve bunların yaklaşan ABD’de 5 Kasım 2024’te düzenlenecek başkanlık seçimlerine etkilerine ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtladı.

Luke Savage

ABD’de Gazze’deki savaşa ilişkin kamuoyu ne durumda? Halkın tepkilerinin temellerini ne oluşturuyor?

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra, hem ABD hem de İsrail yetkililerinin hemen 11 Eylül 2001 saldırılarını referans olarak kullanma eğiliminde bir anlık refleks olduğu görünüyordu. Örneğin Biden, İsrail'in yaşadıklarını, ülkenin nüfusuna oranla "on beş tane 11 Eylül"e benzetmişti. Ancak 11 Eylül’ün - onların niyetlerinden farklı bir şekilde - Amerikan halkının ve küresel toplumun tepkilerini anlamak açısından burada kullanışlı bir referans noktası olduğunu düşünüyorum. Bu tepkiler 11 Eylül’ü' takip edenlere benzemekten ziyade, radikal bir şekilde farklı.

ABD ve diğer yerlerde kamuoyu, kesin bir şekilde ateşkes yanlısı bir tutumda. Kısmen partizan bir ayrım olsa da Demokratların ezici çoğunluğu, İsrail'in Gazze'ye karşı acımasız saldırısının sona ermesini istiyor. Bu oran Cumhuriyetçiler arasında daha küçük olsa da hala çoğunlukta.

Bu anketler sınıfa veya gelire göre temiz bir veri sunmasa da nesiller arasında büyük bir fark var. Filistin tutumu sebebiyle 18-34 yaş arası seçmenler arasında Biden destek kaybetmiş durumda.

11 EYLÜL’DEN FARKI

Bunlar, 11 Eylül'den sonraki atmosferden oldukça farklı. ABD’de hayatımda görmediğim bir şovenizm atmosferi vardı. Sınıf ve partizan kesimleri boyunca, halkın büyük bir kısmı kelimenin tam anlamıyla kan istiyor gibiydi. Afganistan, Irak ve diğer yerlerdeki sivil kayıplarıyla ilgilenmiyordu. ‘Terörle mücadeleye’ karşı halkın görüşünün değişmesi yıllar aldı. Oysa milyonlarca Amerikalının İsrail'in Gazze'deki eylemlerini ve kendi hükümetlerinin bu konudaki suç ortaklığını protesto etmeye başlaması sadece birkaç hafta sürdü.

Bu tepkinin bir kısmı sosyal medya kaynaklı. Şimdi, insanlar İsrail'in Gazze halkına uyguladığı iğrenç dehşetleri gerçek zamanlı olarak görebiliyorlar. Ayrıca Amerika'daki işçi sınıfı dahil birçok insan militarizm konusunda aynı yanılsamalar altında değil. Irak'ın kitle imha silahları bulundurduğuna dair açıkça yalan söylenmesi gibi birçok sebeple, ABD’nin kurumlarına güvenleri çok daha az.

İsrail'in saldırılarını sürdürmeye ve Biden yönetiminin bunu desteklemeye kararlı görünmesi, pek umut verici değil. Ancak geniş halk tepkisi, İsrail ve ABD’li siyasetçilerin kışkırtmaya çalıştığı şovenizm atmosferine karşı açık itiraz, kesinlikle umut verici bir neden.

SADECE SÖYLEMLER FARKLI

Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’deki siyasetçilerin Gazze’deki savaşa yönelik tutumlarında ne gibi farklılıklar ve benzerlikler var?

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında İsrail-Filistin konusundaki farklılıklar, genellikle sadece söylemsel düzeyde. Demokratlar belirsiz bir gelecekte özgür bir Filistin devleti fikrini yarım ağızla dile getirse de iki parti liderliği de İsrail’i fanatik bir biçimde destekliyor. 7 Ekim'den önce, İsrail-Suudi ilişkilerini normalleştirme ve Filistinlileri neredeyse tamamen kaderine terk etme konusunda bipartisan bir uzlaşı vardı. İsrail içinde de oldukça popüler olan Donald Trump’ın, başkanlığı sırasında bu politikanın en büyük destekçisi olduğunu söylemeye gerek yok.

Bu durum, kamuoyu daha da sertleşirse ve Filistinlilere duyulan sempati sürerse değişebilir. Ancak yine de politiakalardan çok söylemlerde etkisini gösterecektir. Diğer taraftan Kongre tarafında, İsrail'in insan haklarına yönelik açık ihlallerine karşı askeri yardımı koşullandırmaya doğru gerçek bir hareketlenme yaşandı. Ateşkes çağrısında tereddüt gösteren ve birçok kişiyi şaşırtan Bernie Sanders, en azından bu konuda bir liderlik gösterdi.

YENİ SAĞIN TEZAHÜRÜ

ABD’de Cumhuriteyçi kesim Ukrayna’ya verilen destekten şikayetçi. Batı’nın Ukrayna'daki bitmek bilmeyen savaştan bir çıkış yolu aradığı iddiaları var. Bu durum hakkında ne söylersiniz?

Kongre'deki Cumhuriyetçiler arasında Kiev’e daha fazla fon sağlanmasına karşı artan bir muhalefet var. Ancak bu sağcıların savaş karşıtlığı olarak algılanmamalı. Bu, şu anda sağda moda olan bir tür milliyetçilikle ilgili bir durum. George Bush döneminin ‘dış politika maceraları’ yerine daha çok göç konuları gibi içe dönük meselelere odaklanıyor.

İlginç olan şu ki, şu anda AB ve Biden yönetimi bile Ukrayna'ya savaşa müzakereli bir son düşünmesi gerektiği sinyalleri veriyor. Bu, ABD’nin fonu ve silahlarına rağmen Ukrayna'nın kazanma olasılığının giderek azaldığı bir dizi faktörün yansıması. Özellikle Gazze'deki savaş şiddetlendikçe, Ortadoğu'da yaşananlar ABD’nin enerjisini giderek daha çok tüketeceği için Rusya ve Ukrayna arasındaki sıcak savaşın sürmesine yönelik isteği giderek azalacak.

KONGRE’DE ÇOĞALMALI

Peki, ABD hükümetinin savaş politikaları seçim sonuçlarına nasıl etkiler? Halk iki ‘savaş destekçisi’ arasında mı seçim yapacak yoksa başka bir yol var mı?

Amerika'nın liberal kurumlarında, özellikle Biden yönetimi içinde etkili olan bazı kişiler arasında, seçmenlerin savaşlara pek aldırmadığına ve dış politikanın seçimleri belirlemediğine dair bir inanç olduğu görünüyor. Amerikan seçim tarihini düşündüğünüzde, herhangi birinin böyle düşünmesi tamamen şaşırtıcı. Demokrat Parti, büyük ölçüde artan savaş karşıtlığıyla 2006 ara seçimlerini kazandı. Barack Obama'nın 2008'de Demokrat Parti adaylığını ve başkanlığı kazanmasının önemli bir nedeni - doğru olmasa bile - bir savaş karşıtı bir figür olarak görülmesiydi. Daha geriye giderseniz, Vietnam Savaşı, 1930/40’larda Büyük Buhran’dan kalkınmak için ilan edilen Yeni Anlaşma döneminden beri yerleşmiş olan Demokrat koalisyonunu böldü. 1964'te büyük bir zafer kazanan Başkan Lyndon Johnson, 1968'de Vietnam nedeniyle yeniden aday olacak kadar popüler bile değildi.

Ancak şu anda, ABD’de diğer demokrasiler gibi gerçekten çok partili bir sistem yok. Bu nedenle başkanlık seçimlerinde - muhtemelen Biden ve Trump arasında geçecek - seçmenler oldukça güçsüz. En azından seçim anlamında yapılacak en iyi şey, Kongre'ye daha fazla savaş karşıtı üyesi seçmeye çalışmaktır. Rashida Tlaib ve Ilhan Omar gibileri, Gazze'deki karşı savaşa karşı cesur bir tavır aldılar. Ancak ABD politikasında çok ihtiyaç duyulan devrim niteliğinde bir değişikliği gerçekleştirmek için Kongre'de daha pek çok müttefike ihtiyaçları olacak.

Gazze savaşıyla birlikte ABD’de nefret suçlarında artışa ilişkin ne söylersiniz?

ABD'nin silah kültürünün ne kadar yaygın olduğunu ve yasal olarak bir silah alıp birçok kişi öldürmenin ne kadar kolay olduğunu abartmak zor. Bu konuda, ABD oldukça eşsiz. Silah sahipliğinin bir tür ‘sivil din’ olduğu ve ölümcül kitlesel saldırıların bu kadar düzenli bir şekilde meydana geldiği başka bir ülke yok.

Bu, özellikle içinde olduğumuz mevcut iklimde daha tehlikeli hale geliyor. Hem antisemitik hem de İslamofobik saldırılarda keskin bir artış var. Özellikle sağcı siyasetçilerin çeşitli gruplara karşı önyargıyı ve şiddeti körüklediğini ve teşvik ettiğini, bunun özellikle Yahudi ve Müslümanlara karşı olduğunu unutmamak gerekiyor.