16 Nisan’da ne oylanacak?

Prof. Dr. FAZIL SAĞLAM
Anayasa Mahkemesi Emekli Üyesi

2013 tarihinde, Anayasa Hukuku Ders Notları başlıklı kitabımda gündemdeki anayasa değişikliği tartışmalarından bağımsız olarak şunları yazmıştım: “Güçler ayrılığı ilkesinin Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelerden olduğu kuşkusuzdur. Ancak güçlerdeki ayrılığın boyutu, ülkeden ülkeye, daha doğrusu demokratik bir siyasal sistemden başka bir demokratik siyasal sisteme göre değişiklik göstermekte ve ayrılık derecesine göre ‘yumuşak ve sert güçler ayrılığı’ gibi sıfatlar kazanmaktadır. Başlangıç’ta kastedilen güçler ayrılığının da anayasada somutlaştırılmış olan parlamenter düzendeki güçler ilişkisini açıklamak üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre güçler ayrılığı, devlet organları arasında bir üstünlük sıralaması anlamına gelmez. Belli devlet yetki ve görevlerinin ayrı organlarca kullanılması ve bunun gerekli kıldığı medeni bir işbölümü ve işbirliği olarak anlaşılmalı; üstünlük ise ancak Anayasa ve kanunlarda olmalıdır. İşte bu şekilde anlaşılması gereken güçler ayrılığı ilkesi, anayasanın ve hukukun üstünlüğü yerine, güçlerden birinin diğerlerine üstünlüğüne ve egemenliğine dönüştürülürse, örneğin yasama ve yargı yetkileri karşısında halkın seçtiği bir devlet başkanına yürütme organı sıfatıyla bir üstünlük tanınırsa, bunun Başlangıç’ta gösterilen temel ilkelerden birini, dolayısıyla Anayasa’nın değişmez ilkelerinden birini ihlâl etmiş olacağı açıktır.”

İşte 16 Nisan 2017 tarihinde halkoylamasına sunulacak olan anayasa değişikliği tam da bu niteliği taşımaktadır.

»Bir kere yürütme erki tamamen ona bağlanmış. Yürütmeye ilişkin tüm yetkiler onda. Ama ne kendisi ne yardımcıları ve ne de bakanları TBMM’ye karşı siyaseten sorumlu tutulabiliyor. Gensoru, yok, sözlü soru kaldırılmış. Ceza sorumluluğu ise kağıt üzerinde kalmış; eskisine oranla adeta kullanılamayacak derecede yüksek teklif ve karar yetersayılarına bağlanmış durumda.

»Partili cumhurbaşkanı olarak partisinin milletvekili adaylarını listedeki sırasıyla birlikte o belirleyecek. Seçim Kanunu’na göre halk zaten sadece parti listelerine oy veriyor. Parti içi demokrasi Anayasa’ya rağmen işletilemiyor.

»Cumhurbaşkanı istediği zaman hiçbir koşula bağlı olmaksızın TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verebiliyor. Bunu görev süresinin bir dönem daha uzatılmasını sağlamak amacıyla da yapmasına bir engel yok. Ama buna karşılık TBMM, seçimlerin yenilenmesine ancak 3/5 çoğunlukla karar verebiliyor.

»Cumhurbaşkanının, Meclis’in yasama yetkisine paralel bir kararname çıkarma yetkisi var. Yetki yasası zorunluğu kaldırılmış. Sözde Meclis’in çıkardığı kanunun önceliği var. Ama sınırı belirsiz; çatışma olursa kim çözecek belli değil.

»Meclis’ten çıkan yasaları veto yetkisi var. Meclis’in ısrarı için nitelikli çoğunluk gerekiyor.

»Bütçeyi Cumhurbaşkanı hazırlıyor. Meclis’ten geçmezse eski bütçe yeniden değerlendirilme oranına göre artırılarak uygulanacak.

»Yargıya gelince, yargının bağımsızlığını sağlaması gereken HSYK’den ‘yüksek’ sıfatı kaldırılmış. Bu kurulla ilgili düzenlemeler, Yargıyı FETÖ’den temizleyip Cumhurbaşkanına bağlamak için yapılıyor. Ve bu değişiklik

Cumhurbaşkanının partisi ile ilgisini yeniden kuran değişiklikle birlikte hemen yürürlüğe girecek. Anayasa Değişikliği’ne göre HSK’nin 13 üyesinden altısını zaten doğrudan Cumhurbaşkanını seçiyor. Geriye kalan 7 üyeyi sözde TBMM seçecek. Her bir üyelik için üç misli adayı Adalet ve Anayasa Komisyonu üyelerinden oluşan bir karma komisyon belirleyecek. Bu komisyonda şu anda toplam 52 üye var. Bunların 34’ü yeni anayasa değişikliğini yapan koalisyon partilerine üye. 34 üye zaten üçte ikiyi buluyor. Kısacası AKP-MHP koalisyonuna yakın olmayan hiçbir aday, Meclis’e sunulacak olan listeye giremez. Bundan sonra Meclis, üçte iki, olmazsa beşte üç oranla kendisine sunulanlardan birerini seçse ya da bu oranlara erişilemediği için ad çekme yoluna gidilse, yargının bağımlılığı değişmeyecek.

Kabaca seçilen bu örnekler, devlet erkleri arasında Cumhurbaşkanına tam bir üstünlük tanındığını açıkça gösteriyor. Şimdi anayasal gelişme çizgimizde Padişahtan koparılan, ama Mustafa Kemal Atatürk’e bile verilmeyen yetkilerin bir kişiye aktarılmasına ‘EVET’ mi ‘HAYIR’ mı denilecek? Pazar günü oylanacak olan budur ve bu oylama aynı zamanda ulusun demokrasi rüştüne ne ölçüde sahip olduğunu gösterecek olan bir sınavdır.