Aday AKP-FETÖ’ye bulaşmamış olmalı

Konuk yazar: Mustafa Karadağ - Hukukçu, Yargıçlar Sendikası eski Başkanı

Cumhurbaşkanı nasıl bir kişi olmalıdır. Cumhurbaşkanı kim olmalıdır sorusunun yerine nasıl bir kişi olmalıdır sorusu içinde bulunduğumuz siyasi atmosfer bakımından çok daha isabetli bir sorudur. İlk olarak söylemek gerekir ki Cumhurbaşkanı yaşamının hiçbir döneminde öyle ya da böyle son zamanların en kirli ilişkisi olan AKP ve FETÖ ortaklığı ile ilgi ve iltisakı bulunmayan, yolları kesişmeyen birisi olmalıdır.

Zira son 16 yıl içinde ülkede satılmadık fabrika, kamu malı, talan edilmeyen kamu arazisi, orman, akarsu, yeraltı ve üstü doğal kaynak bırakmayan, Cumhuriyetin 95 yıllık değerlerini, 98 yıllık demokratik gelenekleri bir bir yok eden, okullarımızı, laik ve bilimsel eğitim hakkımızı, örgütlenme ve hayır deme hak ve özgürlüğümüzü elimizden alan, Türkiye’yi hukuki kumpas ve hilelerle tanıştıran bu kirli ortaklıktır.

Dünyanın en kanlı diktatörü Sudan Lideri El Beşir’in ülkesinde arazi kiralayıp, Türkiye’nin topraklarını ise yabancılara peşkeş çeken, tarımı hayvancılığı bitiren, işsizliği en yükseğe çıkarıp, refah ve huzuru en dibe çeken, yargıyı iktidara bağlayıp yargıçlık teminatı ve hukuku yoklaştıran da bu kirli ortaklıktır.

Ortaklığın bir menfaat çatışması nedeniyle sona ermesinden sonra, ortağın sahip oldukları dahil televizyon ve gazeteleri türlü ad altında bir nevi kamulaştırarak yandaşlara hibe eden, şehir hastaneleri teranesiyle halkın sağlığa ulaşmasının önüne ket vuran, yargıçları partisinden seçerek, yeni atanan yargıç ve savcıları huzurdan memleketin dört bir yanına salarak adalet kavramını halkın zihninde hiçleştiren, Mersin’de kız öğrencilerin okul ve veliler tarafından belirlenen çağdaş kıyafetlerini sakıncalı bularak gösterilerini yarıda kesen, tarikat yurt ve evlerinde onca çocuğun istismara uğramasını, diri diri yakılmasını görmezden gelen yine bu iktidardır. Seçimlerde yandaş TV’lerin YSK kararlarına aykırı olarak seçim yasaklarını ihlal etmeleri ve tek taraflı propaganda yapmaları halinde YSK’nin yayın durdurma cezasını kaldıran, sandık kurulunun yeniden yapılandırılmasından, seçmen listelerinin düzenlenmesine, mühürsüz oy pusulalarının geçerli kabul edilmesine kadar “yasal” düzenlemeleri yaparak seçim hilelerine meşruluk kazandırmak isteyen yine bu iktidardır.

Şimdi, “daha fazla demokrasi” sloganıyla bir baskın seçime gidiliyor. Hemen söylemek gerekir ki Recep Tayyip Erdoğan hukuken halen Cumhurbaşkanıdır, fakat bundan böyle AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı olarak konuşacağı için muhalif eleştirilere karşı oluşturulan TCK 299. madde kalkanı kaldırılmalıdır. “Daha fazla demokrasi”ye dönecek olursak; Erdoğan’ın başkanlığındaki siyasi iktidarın yukarıda saydığımız marifetlerinden başka, AKP Genel Başkanının birkaç sözünü hatırlamak seçmen iradesinin belirlenmesi bakımından etkili olabilir.

Seçime katılacak partilerin açıklanmasını geç bulması nedeniyle YSK’ye, bir kısım sanıkların tahliyesine karar veren yargıç ve savcıların görevlerinden alınmasını hafta sonuna gelmesi nedeniyle geciktiren HSYK’ye “eleştiri” getiren, Mersin’deki çiftçiye, Kütahya’daki işçiye kızan, “ananı da al git” diyebilen, Beyoğlu esnafına kızıp “kulağından tutup atarız” diyen, muhalefete yurdu terketmeleri için bilet alan, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine “eşkallerini de belirleyip okutmayacağız” tehdidinde bulunabilen bizatihi mevcut Cumhurbaşkanının kendisidir. Daha fazla demokrasi böyle olacaksa gördüklerimiz, göreceklerimizin işaretidir.

Diğer yandan siyasi iktidarın ABD karşıtı sert söylemleriyle rant sağlamaya çalışmasına karşın halen TBMM Başkanlığını yapan Parti üyesinin Mustafa Kemal Atatürk’ün adını ağzına almaktan korkan, ABD hayranı, 6. Filo hamisi İsmail Kahraman olduğunu anımsamak tarihe karşı bir sorumluluktur.

“Cumhurbaşkanı nasıl birisi olmalıdır?” sorusunun yanıtlarından birisi de seçimden hemen sonra parlamenter demokrasiye hemen dönüş yapılacağına söz verilmesidir. Çünkü, bu söz olmazsa yapılan iş herkesin kendi diktatörünü seçmesi olacaktır. Oysa bizim muradımız bir an önce anayasa ve siyaset bilimi literatüründe olmayan bu tuhaf “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan baskıcı tek adam rejiminden demokrasiye dönülmesidir.
Kanaatimizce her siyasi yönelim ve partinin kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarıp ikinci turda en çok oyu alan muhalif adayın desteklenmesi seçime katılımı artıracak, aynı zamanda ideolojik ayrımlardan vazgeçilip temsil eden bir Cumhurbaşkanını seçme demokratik olgunluğuna erişildiğinin bir göstergesi olacaktır.