İnsanları doğal afetlerin etkilerinden korumak veya en azından afetlerin zararlarını en aza indirmek konusunda isteksiz, yetersiz ve ihmalkâr olan siyasi irade için ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanma yolu açılır. BM’deki Haiti deprem oturumu bir mesajdı.

Afetlerde insanlık suçu ve hesap verebilirlik
Fotoğraf: AA

Prof. Dr. Yakın Ertürk
BM Kadına Şiddet eski Özel Raportörü

Güneydoğu Anadolu Fay Hattı’nda 6 Şubat’ta meydana gelen iki büyük deprem insanlık tarihinin kaydettiği en tahrip edici doğal afetler arasında yer alacaktır. Tarih, muazzam bir medya etkisi ve insani tepkisi olan bu afetin nasıl insan eylemiyle bir felakete dönüştürüldüğüne tanıklık ederken, aynı zamanda, emsalsiz bir sivil dayanışma ve seferberlik örneği gösteren halkın “devletleştiğinin” hikayesini de yazacaktır.

Arama ve kurtarma çalışmaları yerini enkaz kaldırma, delil ve kimlik tespiti gibi faaliyetlere bırakırken binlerce ölüm ve milyonlarca hayatın paramparça olmasıyla sonuçlanan depremin cezai sorumluluk boyutu tartışmaların odak noktası haline gelmiştir. Şimdiden yıkılan binalarla ilgili soruşturma kapsamında işlemler başladı ve çoğunlukla müteahhitlerden oluşan bazı şüpheliler tutuklandı.

Kamuoyunun beklentisi soruşturma ve yargılama aşamalarının inşaat usulsüzlükleri ve birkaç günah keçisiyle sınırlı kalmayıp felakete zemin hazırlayan ve yetersiz kalan deprem yönetim politikalarını da kapsayarak siyasi kadrolara kadar uzanması yönündedir. Uzun vadede, bu depremin Türkiye’nin cezasızlık kültürüyle mücadelede bir milat olmasıyla ancak yaralar sarılabilir ve toplum vicdanı kısmen de olsa rahatlayabilir.

Cezasızlık kültürünün doğal bir tezahür biçimi olan “kader planı” söylemi, milyonların yaşadığı felaket gerçeğine kalkan olamaz. İktidar, televizyon ekranlarında dünyanın gözü önünde, hayatların kurtarılması için kritik olan ilk iki gün içerisinde gereken önlemleri alamamış ve dijital yasaklamalarla enkaz altında kalanların yakınlarıyla haberleşerek kurtulma olasılıklarını engelleyerek çok sayıda can kaybına sebep olmuştur.

DEPREMİ HERKES BİLİYORDU

Bir deprem bölgesi olan Türkiye’de afetlerin beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olaylar olmadığı bilinmektedir; hatta, 2020 yılında bilim insanları Maraş’ta deprem beklendiğini somut verilere dayanarak duyurmuştur. En temel sorumluluğu topraklarında yaşayan insanları (ve diğer canlıları) korumak olan devleti temsil eden iktidar için bu tür bilimsel veriler, gereken önlemleri almak için önemli uyarılardır.

Doğal afetler kendi başlarına bir felaket değildir. Başta hükümetler olmak üzere, insan eylemiyle savunmasızlığı azaltmak ve dayanıklılığı artırmak yönünde önleyici ve koruyucu tedbirlerin ivedilikle alınmaması, afetleri insanlığa karşı suç teşkil edebilecek büyük felaketlere dönüştürebilir.

YARGILANMA YOLU AÇILIR

Afetler siyasi, yasal ve ahlaki olgulardır; seçim kaygıları, çıkar çatışması, gruplar arası rekabet gibi faktörler en iyi niyetli afet yönetimini bile rayından çıkartabilir. Bu nedenle, fay hatları üzerinde bulunan Türkiye gibi bir memlekette hükümetin afet politikası ve icraatı, yasal ve ahlaki eleştirinin nesnesi olmak durumundadır.

İnsanları doğal afetlerin etkilerinden korumak veya en azından afetlerin risklerini ve zararlarını en aza indirmek konusunda isteksiz, yetersiz ve ihmalkâr olan siyasi irade için ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanma yolu açılır. Hükümetlerin vatandaşlarını korumamakla sorumlu tutulduğu uluslararası hukuka taşınan pek çok dava bulunmaktadır (örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: Öneryıldız v. Türkiye, 2004 metan gazı patlaması; Budayeva ve diğerleri v. Rusya, 2008 toprak kayması).

Doğal afetlerin baskın etik çerçevesi insancıllıktır (humanitarianizm) ve uluslararası hukuki çerçevesi İnsancıl Hukuk’tur. Ancak, 2004’teki Hint Okyanusu Tsunamisi sonrasında insani yardım çerçevesinin bazı sınırlılıklarına yönelik eleştiriler, dikkatleri insan haklarına çevirdi. İnsan hakları yaklaşımının afet yönetiminin tüm aşamalarına (önleme veya risk azaltma, müdahale ve iyileştirme) dahil edilmesi gerektiği bilim camiasının ve hükümetler arası kuruluşların öncelikli bir sorunsalı haline gelmeye başladı.

Afetler geldiği zaman insanlar haklarını kaybetmezler; hatta, yıkımın yol açtığı karmaşa hak ihlallerine ortam hazırlar. Afet koşullarında bireylerin kontrolü yoktur ama korunması gereken hakları vardır. Bu hakların reddi, bireyleri ve toplumları yıkıma karşı savunmasız mağdurlar haline getirir.

HAİTİ ÖRNEĞİ

Uluslararası afet politikaları ve yönetiminde reform ve insan haklarına ilişkin bir sözleşme taslağı hazırlama çağrıları 1970’lerden beri yapılmaktaysa da bu yöndeki normatif araçlar 2004’ten sonra gelişmeye başladı. Örneğin, 2006’da BM, Kurumlar Arası Daimî Komite İnsan Hakları ve Doğal Afetlere İlişkin Operasyonel Kılavuz’u kabul etti. BM İnsan Hakları Konseyi, ilk kez 2010 Haiti Depremi’nden kaynaklanan insan hakları konularına ilişkin özel bir oturum düzenleyerek uluslararası insan hakları hukukunun afetlere uygulanabilirliğini ele aldı. Konsey, hükümetlere doğal afetler sırasında insan haklarının korunmasının önemli olduğuna dair güçlü bir siyasi mesaj gönderdi. Afetlerde insan haklarına yapılan vurgu, sağlık hakkına artan ilgiyle daha da güçlendi.

Uluslararası Hukuk Komisyonu 2016’da bir sözleşme hazırlama tavsiyesi ışığında Afet Halinde Kişilerin Korunmasına İlişkin Taslak Maddeleri kabul etti. Evrensel afet sözleşmesi, uluslararası afet hukukundaki parçalanmışlığı giderici önemli bir gelişme anlamına gelir.

İnsani yardımın haklar açısından yeniden tanımlanmasının ve normatif çerçevenin güçlendirilmesinin birçok avantajı vardır: İnsan merkezli acil durum ve yeniden inşa süreci öncelik kazanır; küresel yükümlülükler ve sorumluluklar tanımlanır; aktörler uluslararası topluma karşı sorumlu tutulabilir; bir görev ve küresel adalet meselesi olarak görülen yardım, insanları mağdurlaştırmaktan ziyade onlara onurlarını teslim eder.

Afetlere açıkça atıfta bulunan tek insan hakları sözleşmesi Engelli Kişilerin Korunmasına İlişkin BM Sözleşmesi olsa da tüm uluslararası insan hakları sözleşmeleri, yaşama hakkını ve buna bağlı olarak devletin yaşamı ayrım yapmaksızın koruma yükümlülüğünü içerir. BM sözleşme denetim organları, izleme görevlerini yerine getirirken afetlerle ilgili konuları giderek daha fazla ele almaktadırlar.

İKTİDARLAR HESAP VERMELİ

Uluslararası insan hakları hukuku, doğal afetler konusuna özellikle dört alanda giriş noktası sunar:

• Afet risklerini önlemede veya azaltmada başarısız olduklarında hükümetleri sorumlu tutmak için yasal yolların kullanılması.

• Toplumsal cinsiyetin afet risk yönetiminin tüm aşamalarına nasıl dahil edilmesi gerektiğini anlamanın bir yolu olarak toplumsal cinsiyete ilişkin başta CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi olmak üzere çeşitli mekanizmaların kullanılması.

1999 Düzce Depremi sonrasında doğal afetlerin toplumsal cinsiyet boyutuyla ilgili ortaya çıkan farkındalık, konunun BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun 2002 oturumuna taşınmasıyla sonuçlandı (E/CN.6/2002/9). Komisyon raporunda, toplumsal cinsiyet konusunun doğal afetlerin görünmeyen bir boyutu olduğuna ve cinsiyet eşitsizliğinin afetlerden önce, afetler sırasında ve sonrasında kadınları insan haklarından yararlanma, özellikle üreme, cinsel sağlık ve şiddete maruz kalma gibi konularda daha savunmasız hale getirdiğine dikkat çekti. Ayrıca, kadınların aktif bireyler olarak, tehlikeleri azaltma ve afetlerin etkileriyle başa çıkma konularındaki rollerinin afet yönetiminde dikkate alınması gerektiğine de vurgu yapıldı.

• Afetler nedeniyle yerinden edilenlerin haklarını korumanın bir yolu olarak, Ülke İçinde Yerinden Olma Konusunda Yol Gösterici İlkeler’de yansıtıldığı üzere, öncelikle ‘yumuşak’ uluslararası hukukun kullanılması.

• İnsan hakları hukukunu sahada somut eylemlere dönüştürmenin bir yolu olarak insani yardım kuruluşları için rehber geliştirilmesi.

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini kavrayarak artık kriz yönetiminden bilim odaklı risk yönetimine geçmek için tüm toplumu kapsayan acil zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, yandaşlıktan ziyade liyakat, ranttan ziyade insan hakları, cezasızlıktan ziyade hesap verebilirlik, bireysel çıkardan ziyade örgütlü yurttaş bilinci gerekmektedir. Zihniyet dönüşümü için 6 Şubat depreminin Türkiye için bir dönüm noktası olması dileğiyle.