Özel sektörün keyfine terk edilen elektrik üretiminde bir türlü sistem yönetilemiyor. Elektrik kesintileri, her seferinde “siber saldırı”, “hatlar koptu” açıklamalarıyla geçiştirilmeye çalışılıyor. Bunlar övünülecek konular mı?

AKP iktidarının ‘övündüğü’ enerji politikası ve gerçekler

NECDET PAMİR
CHP Enerji Komisyonu Başkanı

Geçtiğimiz gün, hükümet adına enerji konusunda yapılan açıklamalar nedeniyle, kamuoyunda çeşitli sorular gündeme gelmektedir. Bunların bir kısmına genel, bir kısmına da alt konu başlıkları itibarı ile değinmek gerekirse; şunlar söylenebilir:

»“Recep Tayyip Erdoğan’ın koyduğu vizyon çerçevesinde Türkiye’nin dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olması”

Türkiye, AKP iktidarı döneminde, Cumhuriyet’in ülkeye kattığı tüm kurumları (elde sadece TPAO, BOTAŞ ve Eti Maden kalmıştı; onlar da ipotek edilmek için, Varlık Fonu’na devredildiler) özelleştirdi. Bu kurumları almak için gelen sermaye başta olmak üzere, ülkeye giren para ile AKP döneminde milli gelir ancak 2 kat arttı. Buna karşın, üretim ekonomisi ile büyüyen Çin’in geliri tam 5 kat büyüdü. 2002’de 243 milyar TL olan Hazine Borç Stoğu, 2016’da 759 milyar TL olmuş. Özel sektörün 2002’de 47 milyar TL olan borcu, 2016’da 417 milyar TL’ye çıkmış. AKP döneminde hane halkının borcu, 7 milyar TL’den 440 milyar TL’ye çıkmış. Toplam borç (kamu, reel sektör ve hane halkı toplamı), AKP’nin bu “başarılı” politikasıyla 366 milyar TL’den 2.953 milyar TL’ye fırlamış. “Yaptıkları, yapacaklarının teminatı olduğuna göre”, doğrudur; Erdoğan’ın vizyonu sayesinde(!), 2023’e kalmaz ilk 10 değilse de sondan 10. sıraya oturmamız kaçınılmazdır. Üretmeyen, Cumhuriyet’in kârlı güzide kuruluşlarını, haraç mezat pazarlayan, boş kalmaya mahkûm konutlar dikmeyi ekonomik büyüme sanan bu “politikayla”, varılacak yer ne yazık ki hüsrandır.

»“Kamunun payı azaldı ama azaltırken, hem ülkenizi büyütüyorsunuz hem de özel sektörün önünü açıyorsunuz”

Özelleştirmelerle elde edileceği öne sürülen hangi yarar sağlandı? Sermaye tabana mı yayıldı? TÜPRAŞ, kamu tekelinden alındı ve özel bir tekel oldu. Petrol Ofisi, kamudan alındı ve önce yerli özel sektöre sonra da Avusturya’nın kamu ağırlıklı şirketine gitti. Onlar da bu kuruluşu, “Eyy Hollanda” diye sözüm ona kavgalı oldukları ülkenin bir şirketine sattılar. Petkim’i kamudan alıp, Azerbaycan’ın devlet şirketine satıldı. Ülkemizin güvenliğini de ilgilendiren bu stratejik sektörden devlet elini eteğini çekti ve sektör, yerli ya da yabancı özel şirketlerin eline bırakılmış oldu. Oysa genelde enerji ve özelde petrol sektörleri, stratejik sektörlerdir ve ülkenin hem ekonomik hem de genel güvenliği açısından yaşamsal önemdedirler. Özelleştirilen bu kurumlarda, tam bir işçi kıyımı yaşandı. Örneğin Petrol Ofisi’nde, özelleştirilmeden önce toplam 3898 olan çalışan sayısı, yüzde 71 oranında azalarak 1074 oldu. Burada örgütlü olan Petrol-İş, yoğun işten çıkarmalarla yetkisiz konuma geldi. Özelleştirme öncesinde TÜPRAŞ’ta 4345 olan işçi sayısı, özelleştirmenin ardından yüzde 19 düşerek 3639 oldu. PETLAS’ta çalışan sayısı 1030’dan 458’e düştü. PETKİM’de özelleştirme öncesinde 2497 olan çalışan sayısı, 6 ay içinde 1998’e düşmüştür.

Özelleştirmenin, propagandası yapılan bir diğer boyutu, fiyatların ucuzlayacağı yönündeki “tezler”dir. Son kullanıcılara sunulan tüm enerji kaynaklarındaki ortalama fiyat değişimlerini gösteren OECD Enerji Endeksi, bu konuda net bir fikir veriyor. Tam da tersine, 2002 ile 2015 arasında, Türkiye tüm OECD ülkelerine ARTIŞTA fark atmış! 2002 yılında, Türkiye’nin OECD enerji endeksi değeri 41,9, OECD ortalaması ise 63. Yani, Türkiye OECD ortalamasından ucuz. 2015’te ise tablo tam tersine dönmüş. Nisan 2015 endeksindeki verilere bakıldığında Türkiye, 135,6 değeri ile OECD’nin en pahalı ülkesi durumuna gelmiş. OECD ortalaması ise 107,3. Yani 2002 – 2015 döneminde, OECD’nin enerji endeksi yüzde 89 artarken, Türkiye’nin OECD enerji endeksi tam yüzde 224 artmış!

2002 yılında elektrik kurulu gücünün ve üretiminin yaklaşık yüzde 60-65’i kamudayken, 2016’da bu oran yüzde 20’lere düşürülmüş. Bir bakıma özel sektörün keyfine terk edilen elektrik üretiminde ise bir türlü denge tutturulamıyor, sistem yönetilemiyor. Sık sık rastlanan ciddi boyuttaki elektrik kesintileri ise, “siber saldırı”, “hatlar koptu” açıklamalarıyla geçiştirilmeye çalışılıyor.

Bunlar övünülecek konular mıdır?

»Doğalgaz depolama

Projelendirme çalışmaları 1999 yılında başlatılan ve AKP ekibinin 2002’de devraldığı Tuz Gölü Yeraltı Doğal Gaz Depolama tesisleri inşa süreci ise başlı başına bir başarısızlık öyküsüdür. Ne var ki bu konuda da “cilalı imaj” faaliyetleri ihmal edilmiyor! Süratle devreye alındığı iddia ediliyor. Birkaç kez yolsuzluk iddiaları nedeniyle iptal edilen ihale, üçüncüsünde Çinlilerin de içinde olduğu bir konsorsiyuma verildi. Yılda yaklaşık 50 milyar metreküp gaz tüketen bir ülkenin, topu topu 2,66 milyar metreküplük deposu olması anlaşılır bir durum değil. Özellikle de bu tüketimin tamamına yakını ithal edilirken… 15 yıllık iktidar döneminde ilave 1 milyar metreküplük bir depoyu devreye koyamayıp (hâlâ söz konusu kapasite devrede değil), bundan bir de “asrın başarısı” öyküsü çıkarmaya çalışmak, hüner doğrusu!

»Nükleer santrallar

Nükleer santral konusu, dünyada ciddi boyutta tartışılan bir konu… Söylenecek çok şey var. Sadece ilk yatırım maliyetleri de değil, söküm ve nihai atık maliyetleri dikkate alındığında, en pahalı santrallar bunlar. İşletme güvenliği konusunda çok ciddi tereddütler var. Yeni santraller, ağırlıklı olarak Rusya ve Çin’de gündemde. Fransa’da bile payını hızla azaltmaya çalışıyorlar. Nihai atık konusu dünyanın hiçbir ülkesinde çözümlenemedi. Bir de nükleer malzemenin teröristlerin eline geçme riski var. Allah’tan Türkiye’de terör sorunu yok!!! Kara mizah bir yana, Mersin ve civarı, bu konuda en riskli bölgeler arasında… Ruslar neden Karadeniz’e değil de Akkuyu’ya santral yapıyor diyen yok. Santralin inşaatı, işletmesi, yakıt tedariki ve atık yakıtın “halledilmesi” yüzde 100 Ruslar’a bırakılmış. Ve “böylece Rusya’ya doğal gazda bağımlılık azalacak” diye propaganda yapıyorlar! İnanılır gibi değil… VVER 1200 modeli reaktör, dünyanın hiçbir ülkesinde işletmeye alınmadığı için, performansı bilinmiyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, 2013 yılı sonunda, Akkuyu ile ilgili olarak, Türk hükümetine 39 maddelik bir uyarı listesi verdi. Akkuyu NGS aleyhine açılan davada, hakim bu raporu istedi. Hükümet “devlet sırrı” diyerek vermedi. Yani Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bizim devletimizin sırrını kaleme alıyor! Ülkemizin önde gelen uzmanlarından Prof. Ahmet Ercan’ın uyarıları dikkate alınmıyor. Ercan hoca diyor ki: “Bölgedeki 4000 yıllık depremlere bakıldığında, Güney Ege Dalma-Batma kuşağında tsunami oluşma olasılığı yüzde 13, dalga yüksekliği 1 ile 6 metre, Ölü Deniz Kırığı’nda ise yüzde 6, dalga yüksekliği 1 ile 3 metredir. Demek ki deprem olasılığı, NGS kaza riskini arttırabilecek en önemli öğelerden biridir. Depremlerin şaşmaz bir yasası vardır. Bir yerde belli büyüklükte bir deprem oluyorsa, gelecekte de o yerde en az o büyüklükte bir deprem olacaktır. Özetle, Güney Akdeniz’de bir NGS Yapmak, çevre kirliliği, tarımsal düşme, gezginciliği bitirmesi; can güvenliği, teknoloji bağımlılığı, soruna çözüm bulmaması bakımlarından olumsuzdur.”

Sinop NGS de ayrı bir sorun. Yer seçimi inanılmaz bir doğa katliamı anlamı taşıyor. Görmeyenler mutlaka o güzelim yöreyi görmeli. Öte yandan, ATMEA 1 tipi reaktör de dünyanın hiçbir ülkesinde işletmeye girmemiş. Fransız nükleer güvenlik kuruluşu ASN’den güvenlik lisansı almamış. Bu tip reaktörü 2 ortaklı bir yapı imal ediyordu. Bunlardan bir Japon Mitsubishi, diğeri Fransız AREVA. AREVA iflas etti!

Söylenecek çok şey var. Anlayış şu: ”Referanduma giderken, akla gelen hangi konu varsa, ona yönelik cilalı imaj mübahtır.”

»Denizlerde petrol arama

AKP’nin çıkardığı “Türk” Petrol Kanunu ile devlet adına petrol/gaz arama/üretme hakkı olan TPAO’nun bu hakkı kaldırılmıştır. Şöyle ki, değişiklikten önceki 6326 sayılı kanunda yer alan “Petrol ile ilgili; müsaade, arama ruhsatnamesi ve işletme ruhsatnamesi alma hakkı Devlet adına, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na aittir. Ortaklık bu hakkı bizzat veya idaresine ve sermayesine hakim olduğu uzman kuruluşlar aracılığı ile kullanır veya bu Kanun hükümleri dahilinde bu kuruluşlara devredebilir” hükmü kaldırılmıştır. Böylece TPAO bu haktan yoksu bırakılarak, “ne deve ne kuş” misali, bir garip kurum haline gelmiştir. Son dönemde de TPAO, diğer bazı kuruluşlarla birlikte (BOTAŞ, ETİ MADEN), Varlık Fonu’na devredilmiştir. Akla zarar “mega” projeler için finansman bulamayan iktidarın, “batan geminin son malları” misali, bu bir zamanların güçlü kuruluşlarını, finansman bulabilmek için kullanacağı anlaşılmaktadır. Hal böyleyken, sondaj gemisi almak, Barbaros Hayrettin sismik gemisini satın almak, “bu kuruluşların olası yeni sahiplerine çeyiz mi?” diye sormadan edemiyoruz. Önceleri “TPAO özelleştirilmeyecek” diyen iktidar, daha sonra “THY modeli tarzı özelleştireceğiz” (‘modeli tarzı’ ne demekse) itirafını yapmıştı. THY’nin durumu da malûm! Devlet adına yetkiliyken bunlar yapılsa, bir anlamı olurdu. Bu arada akla gelen bir diğer soru: TPAO özelleştirilirse, denizlerdeki tüm ruhsatlar henüz elinde olan bu kuruluşun hakları kime gidecek?