Cumhuriyetçi Parti’nin elitleri son yarım yüzyılda ektikleri aşırı sağ tohumların meyvelerini toplayan Trump’a karşı nasıl mücadele edeceklerini kara kara düşünüyor

Aşırı sağın ABD sürümü: Donald Trump

BEHLÜL ÖZKAN - @BehlulOzkan

Batıda aşırı sağ yükselişte. Bunun önde gelen nedenlerinden biri siyasetin ana ekseninin ekonomik sorunlardan kültür savaşına (Kulturkampf) kayması. Yoksul ve orta sınıfların kültürel değerler açısından sorgulayıcı ve eleştirel olmaktansa muhafazakâr olduğunu düşündüğümüzde, siyasetin kültürel değerler üzerinden yapıldığı bir dönemde aşırı sağın neden yükseldiğini anlayabiliriz. Fransa, Danimarka, İsveç, Finlandiya’da geçmişte sola oy vermiş toplumsal kesimler son yıllarda keskin bir dönüşle aşırı sağ partilere yönelmeye başladı. Bu ülkelerde aşırı sağ partiler ısrarla ekonomik sorunlar yerine göçmenler, yabancı düşmanlığı, dini değerler üzerinden seçimleri kendi sahalarına çekerek, deplasmanda oynayan sola karşı başarı kazandılar. Ekonomik sorunların siyasete damgasını vurduğu Yunanistan’daysa SYRIZA’nın seçim başarısı, aşırı sağa karşı hangi zeminde mücadele edilmesi gerektiğinin çarpıcı bir örneğiydi.

MİLLİYETÇİ POPÜLİZM

ABD seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığına aday olan ve yoklamalarda önde giden milyarder işadamı Donald Trump aşırı sağın Amerikan versiyonu. Trump Meksika sınırına duvar örmeyi, sayıları 11 milyona yaklaşan ve kaçak olarak çalışan göçmenleri geri yollamayı vaat ediyor. “Artık zafer kazanmıyoruz. En son kimi dövdük? İkili ticarette Çin bizi öldürüyor. Ben Çin’i sürekli döveceğim” diyen Trump, Japonya’ya karşı da benzer bir tutum içinde: “Japonlar buraya milyonlarca otomobil satıyor. Tokyo’da bir Chevrolet’i en son ne zaman gördünüz? Bizi sürekli dövüyorlar.” Trump milliyetçilikle popülizmi harmanlayarak; mevcut düzene kızgın, Amerikan kapitalizminin mağduru olan kitlelere sesleniyor. Aşırı sağın mağdur ve mazlum söylemi Trump’da da aynen yerini bulmuş.

PARASIYLA KONUŞUYOR!

Amerikan kapitalizminde herkesin bir patronu olduğu, ev ve otomobil almak için kullanılan ve uzun yıllara yayılan banka borcunun geleceği ipotek altına aldığı, işsiz kalma korkusuyla hayatları insan kaynakları yöneticilerinin iki dudağı arasında olan milyonlarca çalışanı düşündüğümüzde; milyarlarca dolarlık servetin sahibi Trump seçmenlerin gözünde bütün bunlardan bağımsız, ulaşılmak istenen bir idolü temsil ediyor. Kısaca herkes patrona, bankalara, insan kaynaklarına hesap vermek zorundayken, Trump kafasına göre hareket etmekte özgür. Trump da bu ayrıcalığının farkında. Diğer Cumhuriyetçi başkan adayları seçim kampanyaları için şirketler ve işadamlarından para yardımı alırken, Trump kampanyasını kendi finanse ediyor. “Amerika için neyin doğru olduğunu ben biliyorum” diyen Trump’a göre diğer başkan adayları birer “kukladan” ibaret. Bunun büyük sermayeden rahatsız alt ve orta sınıflar için çok çekici geldiğini söylemeye gerek yok sanırım. Trump’un Amerikan kültüründe önemli yeri olan siyasi nezaket konusunda da kimseyi takmayan bir çizgisi var. Kendisine sert sorular yönelten gazeteci Megyn Kelly’nin regl döneminde olduğunu ima etmesi çok tepki alan çıkışlarındandı. Herkesin parası kadar konuştuğu bir sistemde, istediği gibi davranan, istediği lafı söylemekten çekinmeyen bir siyasetçi.

REAGAN'LA AYNI SLOGAN

Trump “Amerika’nın büyük lidere ihtiyacı var” diyerek sahneye çıktı. Kampanya sloganı: “Amerika’yı tekrar büyük güç yapalım.” 1980 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’den Başkan seçilen Ronald Reagan’ın da aynı sloganı kullandığını düşünürsek, Trump’ın nasıl bir tarihsel mirası sahiplendiği daha da netleşiyor. ABD’nin son 100 yıllık siyasi tarihine baktığımızda merkez solu temsil eden Demokrat Parti’nin ekonomik sorunların belirleyici olduğu dönemde seçimleri kazandığını görüyoruz. 1929 ekonomik buhranı sonrasında Yeni Düzen vaadiyle farklı sınıf ve kesimleri koalisyon çatısı altında birleştiren Demokratlar 1932-1968 döneminde 28 yıl başkanlık yaptılar (İsmet İnönü, 1960’larda CHP’nin kullanmaya başladığı “ortanın solu” sloganını Amerikan Demokratlarının Yeni Düzeninden esinlendiğini söyleyerek sağdan gelen tepkileri göğüslemeye çalışmıştı). Ancak 1960’larla birlikte kültür savaşının belirleyici olmasıyla Amerika Cumhuriyetçilerin ve Neo-Con’ların (Yeni Muhafazakârlar) çıkışına tanıklık etti. Gençlik hareketleri, savaş karşıtı gösteriler, özgürlük taleplerine karşı devlet, din ve aile gibi muhafazakâr değerleri öne çıkaran Cumhuriyetçiler 1968-2008 arasında 40 yılın 28’inde başkanlığı ellerinde tuttular. Nixon, Reagan ve baba/oğul Bushların başkanlığında Amerikan siyasi kültürünün muhafazakâr değerlerle ciddi bir dönüşüme uğradığının altını çizmek gerek. İşte Donald Trump bu dönüşümle şekillenmiş kitlelere sesleniyor. Ancak radikal söylemleri Cumhuriyetçi elitleri bile rahatsız etmekte. Şimdi Cumhuriyetçi Parti’nin elitleri son yarım yüzyılda ektikleri aşırı sağ tohumların meyvelerini toplayan Trump’a karşı nasıl mücadele edeceklerini kara kara düşünüyor.