Utanma kavramını, kişi veya toplum yargısına tabi davranışının etik bulunmaması halinde kişide yarattığı duygusal durum olarak özetleyebiliriz. Bir başka deyişle utanma, eyleminin etik olmadığının farkına vardığında eyleyende beliren pişmanlık halidir. Halktan corona kısıtlamasına uymasını isterken doğum gününü 14 kişinin katıldığı yemekli parti ile kutladığı ortaya çıkan Norveç başbakanı Erna Solberg’in özür dilemesinin böyle bir şey olduğu söylenebilir. Makbul olan utandırılmadan utanmak olsa da toplum (bazı durumlarda yasalar bile), davranışı ayıplanan kişilerdeki utanma belirtisini eylemin tekrar etmeyeceğinin teminatı, eylemin özrü olarak kabul eder. Toplumun yargısını “ayıp”la sınırlaması, yargılananın pişmanlığını “utanma” ile göstermesi tarafların erdemine bağlanır.

Eylemi gerçekleştirenin hatasının bilincine varması erdemdir. O bu erdemi gösterirse, eyleminden etkilenen erdemini koruyacaktır. Şu da var ki bazen bilinçli veya bilinçsiz eylemlerden özür beklemez ve sonucuna katlanırız. Biliriz ki onaylamadığımız eylemi gerçekleştiren ya o konuda uyarı almamış ya zihinsel sorunu ya da onu etik bulmadığımız eyleme zorlayan başka bir neden vardır.

Burada anlamaya çalıştığımız şey, eğer ayıp ve utanma duygusu insanın özünde varsa nasıl oluyor da özünden ayrılıp yok oluyor; deneyim ve eğitimle kazanılan duygu ise bazı insanlar bunu neden edinemiyor? İletişim, sosyoloji, felsefe ve teoloji gibi ahlakın kavramlarıyla haşır neşir bölümlerden diploma almış ve hatta bu alanın profesörü olmuş, bir de toplumsal yaşamı düzenleme yetkisiyle donatılmış “kamusal” kişilerdeki utanma duygusu yoksunluğu soruyu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Toplumun kusur saydığı her eylemi etik veya etik dışı bulamayız. Biri veya bir grup, o güne dek genel kabul görmüş bir kuralı değiştirmek isteyebilir. Babam, şapkasını çıkardığında çevresinden tepki aldığını anlatmıştı, manifaturacıydı, müşterisi kalmadığından satıcısı olduğu şapka tezgâhını yetmişli yılların ortasında hazır giyime ayırdı. Söz konusu olan bu gibi deneyime, zamana, kültürel ortama göre değişen ahlaki değerler değil; bütün zamanların ve toplulukların kınayıp ayıpladığı, engel olamayıp fiili yaptırım gerektiren ceza yasalarına eklediği ölçüsü değişmemiş evrensel davranış ve eylemlerden söz ediyoruz. Mesela zaman (şu neoliberal dönemde bile), görevini istismar edene, hile yapana, rüşvet alana ve gaspçıya şapkasını çıkaran adama uyduğu gibi uymadı. Toplum bu davranışları hep ayıpladı, kınadı, suç saydı. Peki, nasıl oluyor da topluma rağmen bu suçların suçluları ayakta kalıyor, karabasan gibi toplumun üstüne çökebiliyor?

Sorunun yanıtını RÜTÜK başkanı verdi: Ebubekir Şahin, ülke (Türkiye) servetinin yüzde 81'inin yüzde 10'un elinde olduğu haberinin konuşulduğu gün “RTÜK Başkanlığı dışında Halk Bankası Yönetim Kurulu üyeliğimden dolayı maaş alıyorum. Bu da yasal ve etiktir. Çünkü bu belediyelerde de diğer devlet kurumlarında da böyle.” deyiverdi. (Sabah, 12 Nisan 2021). Bu aynı zamanda birden çok kurumdan maaş alan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Yiğit Bulut, Cemil Ertem ve sayamayacağımız kadar çok diğerleri ve onları birçok kurumda görevlendiren siyasi otorite adına verilmiş bir yanıttı.

YASAL OLAN ETİK MİDİR?

RÜTÜK başkanı, birden çok maaş almalarını belediye ve diğer devlet kurumlarından emsalle yasallaştırırken yasallığın konunun etik açıdan tartışılamayacağını da söylemiş oluyor. Peki, öyle mi, yasal olan etik midir?

Maaş, aylık hizmetin karşılığıdır. Bir kişinin aylık karşılığı 20 bin lira olan işin dışında farklı birçok işi aynı anda yerine getirmesi, diğer kurumlardan da maaş hak edecek hizmeti üretmesi fiilen mümkün değildir. O halde yerine getirilmesi fiilen mümkün olmayan iş için maddi bedel talep etmek veya ödemek yasal olsa bile etik olamaz. Kaldı ki farklı uzmanlık alanlarına ait, ayrıca zaman ve enerji gerektiren birçok iş için aynı kişiyi birçok kadroda görevlendirmek 85 milyon insana ‘İçinizde başka adam yok!’ demek anlamına gelir ki bu da ahlakın konusudur, yasa ile açıklanamaz.

Etiğin daha açıkçası ahlakın ilkeleri kanun maddesine alınabilir. Ahlaki yargı konusu iken dil, din, ırk ve cinsiyet ayrımcılığının insanlık suçları kapsamında yasalara girmesi gibi... Fakat her kanun maddesi etik değildir. Özellikle ceza ve ekonomi ile ilgili yasalar etik dışıdır. Birincisi insanın düşüncesine, ikincisi emeğine asgari saygıyı göstermez. Aslında yasa, etik olmayan eylemleri ahlakilik kazandırmak için uydurulmuş bir yöntemdir. Utanılacak eylemi dinler kutsal kitaplarına alarak Tanrı adına, siyaset, yasalara ekleyerek devlet adına yapılan eyleme dönüştürür.

Ahlak hırsızlığı vicdanda, yasalar hırsız yakalandığında yargılar. Vicdanın yerine kanunu koyduğunuzda, hele bir de kanun koyucu iseniz yakalanmanız imkansızdır. Yakalanmadığınız sürece de hırsız sayılmazsınız. Antik Sparta okullarında yetişkinler yemek yerken çocuklar yemekle donatılmış bir masayı beklemeye zorlanırmış. Çocuklardan beklenen masadan yiyecek çalmalarıdır. Suçüstü yakalanan cezalandırılıyor. Fakat yemek çalmaya teşebbüs etmeyenler de aynı şekilde cezalandırılıyor. Rus psikolog Lev Vygotsky, dönemin yetişkinlerinin bu deneyden çıkardığı ahlaki dersi el çabukluğu, ustalık ve kurnazlıkla hırsızlık yapmak ve yakalanmamak şeklinde yorumluyor. El çabukluğu, ustalık, kurnazlık kalifikasyon ve hatta liyakat gerektirir! Aynı şeyi kanunla yapmak varken bu eski ve riskli yönteme başvurmanın ne anlamı var! Anonim bir şeyi mesela ahlaki kuralları yazılı metinlere dönüştürdüğünüz ölçüde değer olmaktan çıkarırsınız. Din ve siyasetin ahlaki kuralları yazılı hale getirmesinin nedeni yargılama değil aklamadır.

Bir eylemin etik olup olmadığına yazılı metinlere bakarak karar verilemez. Etik kuralların maddeler halinde yasaya dönüştürülmesi öz denetime yol açsaydı her halde etkisini öncelikle Kamu Görevlileri Etik Kurulunda gösterirdi. Birden çok kurumdan maaş alanlardan biri olan eski belediye başkanı, eski milletvekili Asım Aykan, hem Yerel Yönetim Politika Kurulu hem de ilkelerinden biri “Kamu görevlileri, eski kamu görevlilerini kamu hizmetlerinden ayrıcalıklı bir şekilde faydalandıramaz, onlara imtiyazlı muamelede bulunamaz.” diyen Kamu Görevlileri Etik Kurulu üyesidir. Bu kişinin göreve başlarken imzaladığı ve her kamu görevlisinden uymasını beklediği Kamu Görevlisi Etik Sözleşmesine bir bakalım isterseniz:

“Kamu hizmetinin her türlü özel çıkarın üzerinde olduğu ve kamu görevlisinin halkın hizmetinde bulunduğu bilinç ve anlayışıyla;

Halkın günlük yaşamını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarını en etkin, hızlı ve verimli biçimde karşılamak, hizmet kalitesini yükseltmek ve toplumun memnuniyetini artırmak için çalışmayı,

Görevimi insan haklarına saygı, saydamlık, katılımcılık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme ve hukukun üstünlüğü ilkeleri doğrultusunda yerine getirmeyi,

Dil, din, felsefi inanç, siyasi düşünce, ırk, yaş, bedensel engelli ve cinsiyet ayrımı yapmadan, fırsat eşitliğini engelleyici davranış ve uygulamalara meydan vermeden tarafsızlık içerisinde hizmet gereklerine uygun davranmayı,

Görevimi, görevle ilişkisi bulunan hiçbir gerçek veya tüzel kişiden hediye almadan, maddi ve manevi fayda veya bu nitelikte herhangi bir çıkar sağlamadan, herhangi bir özel menfaat beklentisi içinde olmadan yerine getirmeyi,

Kamu malları ve kaynaklarını kamusal amaçlar ve hizmet gerekleri dışında kullanmamayı ve kullandırmamayı, bu mal ve kaynakları israf etmemeyi taahhüt ederim.

Bu metin ve şirketlerin işçi giriş kapılarına altın varaklara yazıp astıkları “İşyeri Etik Kuralları” yasaları, yasa kuyucuları, kamu adına yürütme organlarında görev alanları ve patronları etiğin ilkeleriyle denetlemek için hazırlanmadı. Aksine toplumsal yargının başvurduğu ölçütleri devletleştirip şirketleştirerek kendileri tarafından denetlenebilir hale getirdiler. Yasa, ahlakın tek standardı haline gelince de kişi rahatsızlık duymadan “RTÜK Başkanlığı dışında Halk Bankası Yönetim Kurulu üyeliğimden dolayı maaş alıyorum. Bu da yasal ve etiktir.” diyebiliyor haliyle...