“Benden selam söylen Bolu Beyi’ne”

Şenal Sarıhan - CHP Ankara Milletvekili

Masamın üzerinde adaleti simgeleyen bir heykelcik var. Themis. Elinde kılıç ve terazisi ile gözleri bağlı bir kadın.

Değer verdiğim bir dostumun armağanı. Milletvekili olunca, hukukçu oluşumu da düşünerek böyle bir armağan getirmiş.

Semih’le Nuriye, açlık grevine başlama kararı verdiklerinde, onlarla birlikte, bir basın açıklaması yaparak, iktidara seslenmiş, “Bu açlık grevine izin vermeyin, onları görevlerine iade edin” çağrısında bulunmuştuk. Onları uğurladıktan sonra odama geldiğimde Themis’i yerde buldum. Terazi tutan kolu kırılmıştı. Kaldırıp yerine koydum. Terazi duruyor, ancak onu tutacak bir kol artık yoktu. Annem, çocukluğumda herhalde eşyalara zarar vermeyelim diye “Kırılma uğursuzluktur” derdi. İşlerinden edilmiş bu iki insan için bir de tutuklanma, elbette bir uğursuzluktu. Ama asıl uğursuzluk, adil olmayan işe son verme ve bireyleri açlığa mahkûm etme işlemleri değil miydi?

Bertolt Brecht, şiirinde; “Bilin ki halkın ekmeğidir adalet” der ve ekler ; “Ekmek, her gün nasıl gerekliyse nasıl/adalet de gerekli her gün.” Şiir, şu sözlerle sonlanır: “Adaletin ekmeğini de / kendisi pişirmeli halkın/ gündelik, ekmek gibi/ bol pişkin, verimli.”

Nuriye ve Semih, gözaltından bırakıldılar. Ozanın sözüne uyup ekmeklerini, açlığa yatarak pişirmek istediler. Haksızlığa gözlerini kapatamayan herkes de onlara destek oldu. Ne var ki, İnsan Hakları Anıtı önünde kurulmuş olan fırında, ekmek yerine bedenler gazla, suyla pişirildi. Sonra da anıt, akıl almaz bir uygulama ile bariyerler ardına alınarak tutuklandı. Geçilmez kılındı. Nuriye ve Semih de tekrar tutuklandılar. Tutuklama, bu grevi görünmez kılmadı. Açlık sürüyor. Yüksel Caddesi’nde hala çığlıklar var. Annenin, eşin, arkadaşların, tanış olmayan ama adalet arayan herkesin gaza bulanmış çığlığı.

Yüz günü aşmış bir açlığı nereye gizleyebilirsiniz? İnsanı yaşatmakla sorumlu yönetenler, iki insanın ölüme gidişine nasıl bigane kalabilirler? Yaşam solarken, kararnameler, yasalar, yönetmelikler, komisyonlar ne işe yararlar? Açlıkla terbiye edilmek isteyenler, açlık silahını kuşanınca hangi mazerete sığınabilirsiniz? Üstelik bu açlık binlerce saklanmış açlığın sesi ise. Hangi vicdan hâlâ kanamaya direnebilir? Sorular yanıtsız mı? Anıtın önünde fırın hala yanıyor. Halk ekmeğini pişirmek için bekliyor.

Bugün açlığın 105. günündeyiz. Biraz önce ceketim yine heykelciğe takıldı. Yeni bir kol daha yok. Adaletin keskinliğini simgeleyen “kılıç” da kırıldı. “Yenisini alalım” dedi arkadaşlar. Yenisi alınabilir mi?

Adaletsizlik, tırmanıyor. Hak arayan işçiler, köylüler, öğrenciler, aydınlar, yazarlar, gazeteciler, patronlar, milletvekilleri ya ekmeğinden ya da özgürlüğünden ediliyor. Bıçak kemiğe dayanmışken, hak aramak için açlık grevi yeter mi? Yüksel önünde bekleyiş yol aldırır mı? TBMM’den, beyaz camdan haykırışlar taşı eritir mi? Herkes “Bir şey yapmalı” diyor. Ne yapmalı? Susmak ortak olmak değil mi? Şimdi Kılıç, Yurttaş Kemal Kılıçdaroğlu’nun elinde. Adaletin keskin gerçekliği için yollara düşüyor. Parti başkanı olarak değil. Yurttaş olarak.

Bugün, Güvenpark’tan başlayan yürüyüş, giderek çoğalan insan sayısı ile Bolu Dağları’na yaklaşıyor. Yuttaşlar ellerindeki terazi ile Bolu Beyi’ne sesleniyor. 1789 Fransız Devrimini yaratan Marsilya halk ordusu gibi. 1930’larda, İngiliz boyunduruğuna karşı tuz yürüyüşünü başlatan Mahatma Gandhi’nin izini süren milyonlarca Hintli gibi,1934’de Mao’yu lider yapan 12 bin kilometrelik Uzun Yürüyüş’teki Çin Halkı gibi.1963’te Barış için yürüyen Martin Luther King’i izleyen zenciler gibi. Yol uzuyor ve insanlar çoğalıyor.

Adalet hangi dağın ardında? 28 Haziran 2016 tarihinde BirGün Gazetesi’nde “Adalet, Kaf Dağı’nın Ardında” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. AKP’nin parlamentoya getirdiği “Danıştay Kanunu İle Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın Adalet Komisyonu’nda kabulünün ardından bu yazıyı yazmış ve yargıçları temsil ettikleri adalete sahip çıkmaya davet etmiştim. Tasarı, yasalaştı. Yargıçlar Sendikası, yeni yasal düzenlemeyi “Tek adamlığa gidişin, otoriter rejime dönüşün önündeki engellerin kaldırılması” olarak niteledi. Bu sese, yargı çevresinden başka bir ses eklenmedi Aradan yaklaşık bir yıl sonra Nuriye ve Semih, iki yurttaş seslerini çoğalttılar. Cezaevi duvarları da bu sese engel olamadı. Şimdi. Yurttaş Kılıçdaroğlu sesini ve izini çoğaltarak yürüyor. Bu sesler, zamanı da aşacak. Tarih, Türkiye’den bir adalet arayışının öyküsünü geleceğe taşıyacak.

Halk ekmeğini yoğuruyor. Ancak Semih ve Nuriye, yaşarsa adalet ekmeğinden pay alacak. Yürüyenlerin yolu, yönetenlerin vicdanı açık ola.