Türkiye’nin bütün zamanlarında var olan iktidarları hep kendine has özelliklere sahip olageldiler. Hepsinin ortak özellikleriyse demokrasiye olan mesafeleriydi… Tek cümleyle kendilerini açıklamaları istense, büyük bir ihtimalle şöyle diyebilirlerdi:

-Demokrasiyi hiç sevmiyoruz!

Bu alanda “en samimi” itirafı12 Eylül’ün resmi lideri Kenan Evren yapmış, “Demokrasi bize bol geliyor” demişti! Ülkede rejim o denli daraltıldı ki, Süleyman Demirel bile “demokrat” haline gelmişti. 1980’li yıllardaki lakabı da bu yönde oluşmuştu:

-Demokrasinin Babası!..

1970’lerin başında idam cezalarının (Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan-Hüseyin İnan) infazı için Meclis’te yapılan oylamada elini gururla havaya kaldırmıştı. Demirel’in 1980’lerdeki “gelişimini” Aziz Nesin de kabul etmişti:

-Bir askeri darbe daha yerse sosyalist olabilir!

Sağcıların “en demokratı” Demirel böyle bir siyasi portreye sahipti.

2000’li yılların parlayan yıldızı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Tayyip Erdoğan oldu. Hızlandırılmış bir cezaevi süreci (120 gün) yaşayan Erdoğan için Pınarhisar Cezaevi siyasi bir füze rampası işlevi gördü. 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy oranıyla “ezici” bir çoğunluğa sahip oldu. Ama hemen “ezici” yanını ortaya koymadı! Onu sonraya sakladı!

16 Nisan 2017’de Anayasa değişikliği için yapılan halk oylamasında arkası damgasız oy pusulalarının geçerli hale getirilmesiyle “ezici çoğunluk” nasıl olurmuş cümle âleme gösterecekti.

Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk “Doğmayan Halk Oylaması” adlı kitabında bu konuya ilişkin şu tespiti yapıyor:

“Yüksek Seçim Kurulu (YSK) oylamanın dürüstlüğü ve ahlakiliği ilkesini yıkmıştır!”

Hafıza tazelemek için kısa bir hatırlatma yapalım. Anayasa değişikliği referandumu sürerken saat 16.00’da AKP, YSK’ye bir dilekçe vermiş sadece 20 dakika sonra başvuru değerlendirilip arkası damgasız oy pusulaları geçerli olarak kabul edilmişti.

Mesleğinde 60 yılı geride bırakmış bir hukukçu olan Selçuk, aynen şöyle diyor:

“16 Nisan 2017 tarihli halkoylaması buna dayanan Anayasa ve bütün işlemler meşru (yasal) değildir, bütünüyle geçersizdir!”

Cumhuriyet tarihinin en farklı özelliklere sahip iktidarı, yasal olmayan bu oylama ile “demokrasinin bütün zararlı yönlerini” keşfetti! General Evren’e bile rahmet okuttu.

Önce Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) başladı. Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı tutuklayıp hapse attı. Sonra seçilmiş belediye başkanları, il ve ilçe başkanlarını cezaevlerine yolladı.

Yasama görevini “fahri” olarak yapmasına müsaade edilen TBMM denetiminden kurtulan iktidar, kendisini her türlü icraat konusunda alabildiğine özgür(!) hissetti.

Gazeteciliği fiilen suç(!) haline getirdi.

Denetimsizlik onun da işine pek fazla yaramadı tabii…

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları ve Cumhurbaşkanları için satın alınan Ata uçağı, Brezilya’da 1300 kilogram kokain ile yakalandı. Uçak bu iktidar döneminde benzin kaçakçılığı yapan bir işadamına satılmıştı.

Hazır jet uçaklarına gelmişken anımsamadan geçmeyelim. Bir başka zanlı Sezgin Baran Korkmaz’ın uçağının da İçişleri Bakanı’na hizmet verdiği ortaya çıktı.

İktidar partisini genel merkezinde “büro elemanı”(!) olarak çalışan Kürşat Ayvatoğlu, lüks otomobilinde kokain çekerken görüntülendi. Bir görüntüsü daha ortaya çıktı. İçişleri Bakanı’yla yan yana!

Çok maaşlı bürokratlar, devamlı ihale alan aynı müteahhitler, içinde yaşayanların onayı alınmadan yıkılan evler, maden sahası yapacağız, diye katledilen ormanlar, iktidarın kaybettiği büyük şehirlere karşı kuşatma operasyonları, muhalefet belediyelerin çalışamaz hale getirmeler, dünyanın en yüksek enflasyon oranı altında inim inim inleyen halkına refah nutukları çekmeler ve daha neler neler…

Yüzüncü yılına girmeye hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün dönemleriyle kıyaslandığında hakkını teslim etmek gerekiyor:

-Benzersiz bir iktidar!