Doğup büyüdüğüm Beşiktaş - Akaretler - Şenlikdede semtindeki arsalarda top koştururken, oranın canım bostanında incire, duta, armuta, mısıra, eriğe, domatese "dalarken", hâlâ unutamadığım harika arkadaşlıklarımız vardı. Çocuk yaştaki bu dostlukların en güzel tarafı, sadece "oyun arkadaşlığı" değil, aynı zamanda çoğu aynı sosyal sınıflara tekabül eden insanların çocukları olarak "aynı lezzetli frekansta" sürdürdüğümüz sımsıcak, dayanışma ve dostluk içindeki yaşamdı.

Ancak, ben bir yerde ayrışıyordum arkadaşlarımın çoğundan.

Anladığım kadarıyla, benim ailem gibi bazı evlerde küfür yasaktı ve ne olduğunu pek bilmezdik. O yüzden, yan evdeki komşumuz ('Arnavutlar' diye anılan bir ailenin çocuğuydu) Arif'in kullandığı, hem de çok sık kullandığı bazı lafları anlayamaz ama ona da sormaya çekinirdim. Sürekli "Biiiip biiiipini biiiiplediğimin..." gibi bazı sözcüklerle konuşurdu. Her cümlesi "Biiip"le başlar, öyle de biterdi.

Bir gün akşam, her zamanki gibi 99 kez çağrıldıktan sonra, hava kararınca zorla eve döndüğümde rahmetli anneciğime sormuştum, o lâfın anlamını. Canımın içi anam, lâfı duyunca, her zamanki kibarlığı ile biraz da yüzü kızararak şöyle cevap vermişti:

"Oğlum, onlar Arnavut kökenli. Arif de o dilde bir laf etmiştir. Boşver. Merak etme her söylediğini..."

***

Şimdilerde çoluğun çocuğun, gencin yetişkinin, her cümlesine başladığı ve bitirdiği o lâfı tahmin ettiniz herhalde. O Arnavutça(!) küfrü benim öğrenmem daha uzun bir süre almıştı. Ama ilk duyma öyküm böyledir.

Küfürden kâfirden hep uzak durmaya çalıştım ömrüm boyunca.

İtiraf edeyim; kendi kendime söylenirken ya da çok çok samimi mahrem sohbetlerde, yakın arkadaşlarım arasında öyle konuştuğum da olur. Neticede, "konakta - yalıda - köşkte" değil, "bizim mahallede" büyüdük. Ancak küfürsüz konuşmanın, medeni insanların hasım oldukları kişilere dahi toplum içinde düzgün bir lisanla hitap etmelerinin gereğini öğrenerek yetiştik çünkü.

Bugün ise, içinde yaşadığımız topluma baktığımızda "Mahalle arasındaki Arnavut Arif"lerin değil, koca koca makamlarda oturan insanların bile, üstelik televizyonlarda, on milyonlarca insanın (ve dahi çocukların) duyacağı biçimde, başkalarına her türlü hakareti üstelik "marifet" gibi ulu orta "salladığına" tanık oluyoruz.

***

Siyasetin "ortak ve olağan dilini" bu hale getirenlerin, özellikle de iktidar mensupları olduğuna üzülerek tanık oluyoruz.

Sadece son bir hafta içinde bu ülkenin İçişleri ve Milli Savunma bakanlarının TBMM komisyonlarında kullandıkları ifadeleri, TV programımda ben kullansam, ya da bu köşede yazı ile birine karşı sarf etsem, başım derde girebilir.

Dahası, bu zat-ı muhteremlerin(!) "sicil amiri" durumundaki "Şahsın" ağzını her açtığında muhalefet liderlerine ve "hoşuna gitmeyen (yerli yabancı) herkese" karşı kullandığı lafları çocukların duymaması için, haber bültenlerini gece yarısından sonraya almak gerekebilir.

Peki, bu insanlar böyle bir üslubu niye tercih ediyor?

Öyle ya... Giyim kuşamlarına, üzerlerindeki pahalı elbiselere, kollarındaki pahalı saatlere, bindikleri arabalara, içinde yer aldıkları şaşaalı, şatafatlı protokol ortamlarına bakınca "adam" sanıyoruz da, niye bu "leş gibi, kirli ağızlar"a sahipler?

Nedeni belli değil mi?

Artık, "asabiyet katsayısı" tavan yapmış durumda.

Bu bolca "biiiiip"li üslup ondan kaynaklanıyor.

***

İktidara geldikleri ilk günden başlayarak her şeyi yerle yeksan eden, ülkeyi her anlamda bir enkaza dönüştüren, bununla birlikte ahlak ve saygınlık düzeylerini de kendileri gibi "aşağılara" hatta ve "derinlere - çukurlara" çeken bu zevat, kendileri de ne yaptıklarının farkındalar.

Muhtemelen bunun öfkesi ile artık iyice "zihinsel kontrolü yitirmiş" bir ruh haline girerek, hırçınlaşmaya başladılar. Zaten yıllardır aldıkları kararlarla her türlü eleştiriyi bastırabilmek adına işçiye, emekçiye, memura, öğrenciye, öğretmene, doktora, avukata, mühendise, sanatçıya ve her türlü muhalife neredeyse "kafa - göz girişmek" anlamına gelen ceberrut bir siyasete başvuran iktidar sahipleri, konuşurken de bu ruh hallerini gizleyemeyip, neredeyse "Biiiiip"siz iki cümle kuramıyorlar.

İşin ahlaki boyutunu, gelecek nesillere kötü örnek olan ve bir tür kültürel - toplumsal erozyona sürüklenen boyutunu bir yana bırakalım.

Asıl önemsememiz gereken şey, "Bu ruh halindeki bir kadronun" alacakları kararların ne kadar sağlıksız olduğu ve bundan sonra da giderek artan biçimde daha da çarpık olacağı gerçeğidir.

Bir benzetme yapmak gerekirse; saatte 150 - 200 kilometre hızla seyreden bir otobüsün yolcuları, direksiyondaki "kaptan"ın, aracı yüksek bir öfke hali içinde ve sürekli küfrederek kullandığını gördüğünde ne hissederse, işte biz de milletçe onu hissediyoruz.

Ağızdan çıkan "Biiiiip"ler, aslında beyinlerindeki, ruhlarındaki ve yüreklerindeki "Biiip'lerin bir tezahürü olduğundan, fevkalade endişeliyiz.

O yüzden de, bir an önce direksiyon mahallinden uzaklaştırılmaları, "aracın anahtarlarının" da bir daha geri verilmemek üzere seçmen tarafından bunlardan alınmaları bir zarurettir.

Hayati bir zarurettir.