YUNT’un yeni sergisi “Görünmeyen Kent” Kerem Ozan Bayraktar, Mehmet Ali Boran, Volkan Kızıltunç, Nuri Kuzucan, Sinan Logie, Çağla Meknuze ve Derya Ülker’in işleriyle ziyarete açıldı.

Bir kenti görmek ya da görmemek
Fotoğraf: YUNT

Emrah KOLUKISA

Şehir (ya da kent) katmanları olan, çok boyutlu bir organizmadır. İçinde kaybolmadan, sesini, gürültüsünü dinlemeden, sokaklarında aylaklık etmeden tam olarak hissedemezsiniz onu; manzaranın ötesine geçemezsiniz. Değişen, dönüşen, hareket halinde, ama bazen de durağan, dingin, durgundur şehir, sessizdir hatta, bazen de görünmezdir. Şehir (ya da kent) geçmişiyle vardır, onu duymayı, görmeyi becerebilirseniz; Sesleri, renkleri, hengamesi onu keşfetmenizi bekler; cesaretiniz edebilirseniz.

İstanbul’un yeni güncel sanat mekanı (Kâr Amacı Gütmeyen Sanat ve Etkileşim Alanı olarak tariflenmiş sergi broşüründe) YUNT’un ikinci sergisi Görünmeyen Kent’i gezdiğimde (ve sonrasında) bunlar geçti aklımdan. Bu sergi vesilesiyle ilk kez geldiğim YUNT eskiden at çiftliği olan bir arazinin üzerine inşa edilmiş modern bir yerleşim merkezinin içinde yer alıyor. Yunt eski Türkçede at anlamına geliyormuş, bunu da burada öğreniyorum. Sultanbeyli’de benzerine pek rastlanmayacak bir mekan olan YUNT’un izleyici profilini de merak etmiyor değilim; en azından yanında yöresinde yaşayanların burada açılan sergilere nasıl bir ilgi gösterdiği/göstereceği ve bu mekanın içinde bulunduğu bu kent parçasıyla organik bir ilişki kurup kuramayacağı gibi sorular herhalde ancak zamanla yanıt bulacak. Girişimin kendisi, popülizme hiç sırtını daymadan sunduğu içerikle, takdire şayan, en azından bunun notunu düşelim.

Küratörlüğünü Emre Zeytinoğlu’nun üstlendiği Görünmeyen Kent yedi (7) sanatçının işlerinden oluşan bir seçki sunuyor.  Zeytinoğlu YUNT’un ilk sergisi olan Şehir Nerede? (04.11.2023 – 04.02.2024) ile tematik bir sürekliliği olduğunu belirtiyor ve her şeyin nasıl filizlendiğini anlatıyor. “Bu sergimiz ilk serginin biraz devamı gibi oldu ama bunun bilinçli bir plan olmadığını söylemeliyim. Biraz kendiliğinden gelişti.” diyen Zeytinoğlu şöyle devam ediyor: “Burada Calvino ile olan çağrışım biraz isim benzerliğinden ibaret. Elbette şu da var Calvino’da, öykülerinde kentleri anlatırken bütün kentlerin birbirine benzediğini söyler. Bunu söyler ama kentleri birbirinden ayırabilmek için de orada yaşayan insanların tepkilerine bakar. “Görünmez Kentler”de böyledir ve belki buradan küçük bir ilinti kurabiliriz onunla. Ama asıl iki faktör var serginin çıkışında, bunların ilki Sinan Logie’nin atölyesi, diğeri de Aykut Köksal’ın “Anlamın Sırrı” adlı kitabından alıntılanan bir bölüm. O kitapta Aykut Köksal ‘Kentte görüneni taşıyan görünmeyendir’ diyor ve bunun üzerinden bir kent tanımı yapıyor. Bu beni çok etkilemişti. Sinan Logie’nin atölyesi ise daha pratiğe bağlı bir şey, çok fazla teori yüklememek gerekiyor ona. Biz “Şehir Nerede” sergimizi yaparken Sinan’ın Dolapdere’deki atölyesine gidip geliyordum arada. Bir gün bana ‘Hafta sonu gel, burada topalnıp müzik yapıyoruz’ dedi. Dolapdere’de tamirhaneleri, köftecilerin falan olduğu bir mahallede atölye ve orada bir kat aşağı, bodruma indiğinizde yukarıdaki hengameyle alakası olmayan bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz. Burada saatlerce, bütün gün spontan müzik yapıyorlar. Görünmeyen bir şey var burada. Ama sonra düşündüm ki görünmeyen şeyler çok da gizli kalmıyor olabilir. Çünkü bir şekilde dışarıya bir yansıması var mutlaka.”

Zeytinoğlu’nun anlattıkları ile sergideki işleri birlikte değerlendirdiğimizde görünen/görünmeyen arasındaki geçişkenlik, geçmişle bugün arasındaki ilişki ve görünenin aslında ne anlama geldiği, görünmeyenin nasıl gözden kaçtığı gibi konular hem daha anlaşılır hale geliyor hem de yepyeni kapılar açıyor, sorular getiriyor. Çağla Meknuze’nin “Kıbrıs 74” gemisinin rıhtım inşaatında kullanılmasından hareketle ürettiği video, fotoğraf ve şiir işi sergideki tarihsel boyutun bir ucundan tutarken, bir diğer ucundan da Mehmet Ali Boran’ın sokağı bir iktidar ve mücadele alanı olarak tanımlayan çarpıcı video işi “Refresh Memory” tutuyor örneğin. Derya Ülker’in kalabalıkları ve onların mekanla ilişkilerini irdelediği etkileyici tuvalleri ve silüet kolajları kent meydanlarını kitleler olmadan düşünümeyeceğimiz gerçeğini vurgularken, Nuri Kuzucan’ın sisler ardından beliren bina görüntüleri yaşadığımız bambaşka bir gerçekliği, betonla olan sürreel ve bir o kadar da tarifi zor ilişkimizi sorgulamıyor mu? Tüm bunlar ve dahası “Görünmeyen Kent”in bendeki tortuları oluyor. Sultanbeyli’nin göbeğinde, bir kapıdan girip bambaşka bir dünyayla yüzleşmek de işin cabası.

“Görünmeyen Kent” 12 Mayıs’a kadar YUNT’ta ziyaret edilebilir.