Benzer şikâyetler duyuyor, birbirimizi doğrulayan cümleler kuruyoruz. İyi değiliz. Konuşmak istemediğimiz günler de oluyor, küfür kıyamet ağzımıza geleni saydırdığımız da… Dostlarla geçen birkaç neşeli saatten sonra eve gelip de açılmak bilmeyen kapağı, çalışmayan kumandayı köşeyi hızla dönen bir sinirle yere fırlattığımızda fark ediyoruz, sadece mutsuzlukla açıklanabilecek bir şey değil bu. Duygular gelir gider. Kimi kısa kimi daha uzun konaklar içimizde. Ama bu başka… Bıktık, yıldık, yorulduk. Neşeler kısaldı, hüzünler uzadı ama nasıl desem, bozulduk sanki biz. Aynı anda bütün düğmelerimize basılmış da kısa devre yapmışız gibi. Ahşabı çürümüş bir evde uzun süre kapalı kalmışız da, artık biz de o ölü dekorun bir parçası olmuşuz gibi. Pislikten kapkara olmuş pencerelerinden güneş sızmayan evimiz, bir zamanlar sığınağımızken, en azılı düşmanımıza dönüşmüş gibi. Akması gereken suyun önüne konulan taşlar gibi engellenmiş, engellendikçe yükselmiş, yükseldikçe öfkelenmiş, öfkelendikçe çığrından çıkmış, çığrından çıktıkça da… İşte buradayız bence biz. Sonrası kendimize akacak yeni bir yol bulmak. Ama işte çok da riskli, çünkü mecbur o yol kendini inşa edecek. İstediğimiz gibi ya da değil.

***

Biz Gezi’de, şehrin ortasındaki minicik bir parkta, ağaçların kesilmesini engellemek isterken öldürülenlerden sonra aynı kişiler değiliz. Biz Suruç’ta, çocuklara oyuncak götürmek için toplanan gençler bombayla paramparça edildikten sonra aynı değiliz. Biz Ankara’da, barış talebiyle bir araya gelen 103 insan öldürüldükten sonra ve o bombacının Suruç Katliamı’nı gerçekleştirenin kardeşi olduğunu, üstelik takip altındayken onca yolu katedip Ankara’ya ulaştığını öğrendiğimizden beri aynı değiliz. Biz Soma’da, ihmal sonucu ölen 301 işçinin ardından ‘fıtrat’ dendiğini duyduktan ve madenci yakınının sonradan ateşe olarak terfi ettirilen bir bürokrat tarafından yerlerde tekmelenmesini gördüğümüzden beri aynı değiliz. Biz Aladağ’da, kaçış kapısı plastikten olan cemaat yurdunda yanarak ölen kız çocuklarından sonra; Biz Pozantı’da işkence ve tecavüze uğrayan erkek çocukların çığlıklarından sonra; Biz Çorlu’da, 25 kişinin öldüğü ve bugün tek bir tutuklunun dahi kalmadığı tren faciasından sonra; Biz İstanbul’da, İçişleri Bakanı’nın ‘ayakkabı numarasına kadar bildiğini’ söylediği teröristler 6 insanı öldürdükten sonra; Biz Amasra’da, tehlike uyarısı göz ardı edildiği için ölen 42 maden işçisinin ailelerine ‘avukatlarını değiştirmeleri’ yönünde baskı yapıldığını duyduktan sonra; Biz Konya’da, barınakta çalışan belediye görevlisinin kürekle başına vura vura katlettiği köpeği gördükten sonra aynı kişiler değiliz. Biz artık başka insanlarız.

***

İnkâr edilen her olay ve her duyguda, bastırılan her ses ve her itirazda olduğu gibi yaralarımız kabuk tutmuyor. Birbirimizin gözleri önünde parmaklarımızdan yukarı doğru yürüyor mosmor keder. Maddi manevi yıkımın ortasında kalmış, eskisi gibi değil ama yeniyi de hayal edecek takatten yoksun kırık parçalar halinde umudunu yerlerden toplamaya çalışan milyonlarca insanız. Hadi adını koyalım. Birinin diğerinin acısını artık görmezden gelemeyeceği kadar büyük bir toplumsal travma yaşıyoruz. Teröre, şiddete doğrudan maruz kalmamıza gerek yok. Bugün, bu koca toprak parçasında yaşayan herkes, hepimiz, başımıza her an her çeşit melanetin gelebileceğini içten içe düşünüyoruz. Depremden sele, terörden kazaya, kimlikten cinsiyete her durum altında yaşanan kayıpların herhangi bir sorumlusu yokmuş da her şey kaderiymiş gibi davranmanın, insanların hak mücadelesini sürekli şiddetle bastırmaya çalışmanın toplumu travmatize ettiği kadar bozan, tüketen, çürüten bir sonucu var. Hayatında her şeyin yolunda gittiğini söyleyen ama yine de içindeki o boşluğu tarif etmekte zorlananlar da dahil olmak üzere, üstelik sadece yaşadığımız zamanın değil, bizden önce de inkar edilen suçların, haksızlıkların mirasını taşıyanlar olarak, tanıklıklarımız toplumu şekillendiriyor. İktidar istediği kadar yasalara ‘unutulma hakkı’ yerleştirerek sorumluların adlarını yazılardan, haberlerden silsin, faydasız. Gördük, duyduk, yaşadık. Şimdi o çığrından çıkma aşamasındayız. Yeni bir siyaset inşa etme yolculuğunun en önemli parçası, bendi aşmak üzere olan o öfkeli suya, rahat ve özgür akabileceği bir yol çizilebileceğini göstermek.