Malia BouattIa Boris Johnson’ın başbakan olması yetmezmiş gibi, bir de kabineye aşırı sağcı muhafazakarları doluşturmasına şahit olduk. Bunlar arasında Sajid Javid, Dominic Raab, Amber Rudd, Munira Mirza ve öz kardeşi, eski “AB’de kalma taraftarı” Jo Johnson da var. Üstelik Avam Kamarasının başkanlığına Jacon Rees-Mogg geldi. Muhafazakâr partinin aşırı sağcılar tarafından topyekûn ele geçirildiğinden hâlâ şüphesi […]

Boris Johnson’ın yeni utanç kabinesi
Malia BouattIa

Boris Johnson’ın başbakan olması yetmezmiş gibi, bir de kabineye aşırı sağcı muhafazakarları doluşturmasına şahit olduk. Bunlar arasında Sajid Javid, Dominic Raab, Amber Rudd, Munira Mirza ve öz kardeşi, eski “AB’de kalma taraftarı” Jo Johnson da var. Üstelik Avam Kamarasının başkanlığına Jacon Rees-Mogg geldi.

Muhafazakâr partinin aşırı sağcılar tarafından topyekûn ele geçirildiğinden hâlâ şüphesi kalan vardıysa da, son günlerde yaşanan gelişmeler bu şüpheleri gidermiş olmalı. Yeni hükümet işçi sınıfına, baskılanan azınlıklara ve refah devletine yönelik saldırıları hepten sıklaştıracak.

Kabine üyelerinin geçmiş faaliyetleri, zerre toplumsal vicdanı olan herkesi tiksindirmeye yeter. Fakat bir baktık ki İngiliz Yahudileri temsilcileri ve İngiliz Müslümanlar Konseyi Boris Johnson’ı tebrik etmek için neredeyse birbirilerini çiğneyecekti. Johnson’ın Yahudi düşmanı ve İslamafobik sağcılarla gün gibi açık bağları olmasını görmezden geldiler.

Sunny Hundal ve Mehdi Hassan gibi yorumcular dahi yeni hükümetin içindeki ‘çeşitliliği’ takdirle karşıladılar. Yaşananların neden skandal niteliğinde olduğunu anlatmaya, diğer kabine adaylarına değinmeye bu makale yetmez. Gelecekte bunlara değinmeye fırsatımız olacak, şüphesiz. Fakat şimdilik bakanlardan birine yoğunlaşalım: Yeni İçişleri Bakanımız Priti Patel. Patel’in geçmişte kullandığı oylara bakmak bile her şeyi anlatmaya yeter. Patel’in başarıları arasında idam cezasını desteklemek (şimdilerde fikrinin değiştiğini iddia ediyor), hamile kadınların gözaltı merkezlerinde tutulmasını engellemeye yönelik girişimlere karşı çıkmak, sığınmacılara dair daha sıkı politikalar benimsenmesini savunmak ve Hindistan’daki sağcı Modi hükümetini desteklemek var.

Göçmen nefreti hız kesmiyor

İnsan hakları ve göçmen savunucuları Patel’in atanması üzerine alarm çanlarını çalmakta tabii ki gecikmediler. İçişleri Bakanı koltuğu May, Rudd ve Javid tarafından işgal edildi ve bu esnada göçmenlere, Müslümanlara ve diğer azınlıklara yönelik savaş yoğunlaştı. Patel’in atanması ise bize işlerin her zaman daha da kötüye gidebileceğini hatırlatıyor. Daha geçen kış Javid, askeri gemileri Manş Denizi’ne geri çağırdı. Bunun amacı güya ülkeye yasadışı yollarla gelenlere engel olmaktı.

Tabii Patel’in May kabinesindeki görevinden istifa sürecini de unutmayalım. 12 İsrailli yetkili, işadamı ve lobiciyle, hatta Netanyahu ile gizli görüşmelere katılmıştı. May tarafından geri çağrıldığında Nairobi’den utanç içinde döndü ve uluslararası kalkınma bakanı görevinden istifa etmek zorunda kaldı.

İstifa mektubunda yabancı hükümetlerin temsilcileriyle yaptığı gizli görüşmelerin ‘bir devlet bakanından beklenen standartların altına düşmek’ anlamına geldiğini kabul etti.

Skandallar patlak vermeye başladı

Buna ek olarak, 1967 savaşından sonra İsrail tarafından yasadışı şekilde işgal edilen Golan Tepeleri’ne yaptığı ziyaretten şunu anlamıştı; İngiltere’nin sağladığı yardım parası İsrail ordusuna verilmeliydi ve bu para, savaşçıların tedavi edildikten sonra tekrar Suriye’ye savaşa gönderildiği 5 saha hastanesinde kullanılmalıydı.

Hindistan’daki aşırı sağcı siyasetçileri desteklemek yetmemiş olacak ki, Patel Filistinli ve Suriyelilere olan kinini, bu insanların temel haklarına ve özgürlüklerine duyduğu nefreti de belli etmek istedi.

Bu anekdotlar Patel’in siyaset anlayışına ve uluslararası hukuka ya da Filistinlilerin haklarına yönelik yaklaşımına ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda Patel’in şüpheli gizli görüşmeleri alışkanlık haline getirdiğini gösteriyor. Aslına bakarsanız ilk skandallar patlak vermeye başladı bile. California merkezli, Viasat isimli özel şirkete saati bin dolardan danışmanlık verdiği anlaşıldı. Şirket Savunma Bakanlığı’na çalışıyor. Patel Savunma Bakanlığı ile yakinen çalışacak ve ilgili departmanlar teknolojik anlaşmalara imza atacak. Buradaki çıkar çatışması o kadar büyük ki, neredeyse inanması dahi güç.

ÖZGÜRLÜK HERKESE LAZIM

Liberal Demokrat Ed Davey bile kendine engel olamadı ve gün gibi açık bir gerçeği telaffuz etme ihtiyacı hissetti: “Priti Patel gizli toplantıları yüzünden kabineden bir defa atıldı. İkinci defasında daha dikkatli olur sanırdınız… Herhangi bir kabine üyesinin, hükümetten ihale alan bir şirkete danışmanlık yapması kabul edilemez.” Fakat gelinen nokta ortada. Patel göreve atandı ve İçişleri Bakanlığı koltuğu yurtdışında otoriter, baskıcı ve İslamafobik hükümetleri hevesle destekleyen birinin eline geçmiş oldu. Üstelik bu kişinin geçmişinde göçmenlere, kadınlara, mahkûmlara savaş açmak var. Toplumumuzdaki en savunmasız kesimlere devlet tarafından daha da geniş çaplı bir savaş açılması son derece olası.

Yakın gelecekte Windrush skandalı gibi yeni skandallar manşetleri süslerse kimse şaşırmasın. Patel’in göreve atanması aynı şeylerin tekrar tekrar yaşanmasını istemekle eşdeğer. Dolayısıyla kabinede ebeveynleri Uganda’dan İngiltere’ye göç etmiş siyahi bir kadının varlığının, katılım ve çeşitlilik adına büyük bir adım olduğu söylendiğinde, ben açıkçası görüş ayrılığına düşüyorum. Hayır, Patel’in atanması şunu gösteriyor: Kabul görmek için, bu savaşı bizzat kendimiz yürütmeliyiz. Nihai mükafatımız özgürlük olacak ve hepimiz özgür olmadan, hiçbirimiz özgür olamayacağız.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab