Yüz işçi kadının diri diri yakılmasını da kadınların tecavüz edilip öldürülmelerini de sadece seyrediyoruz. Dehşete düşmek şöyle dursun, gerinip sırıtan insanlar var. Hayatta da tiyatroda da var! Tanıklarıyız birbirimizin.

Bu dünya çarelidir

Tekin DENİZ

Düşünün ki şu an şöyle bir haber dönüyor ekranlarda, sosyal medyada: “Ülkemizin en büyük sanayi bölgelerinden birinde bulunan, dünyanın en tanınmış markalarından birine ait olan fabrikada, tam yüz kadın işçi yanarak can verdi.” Tepkiniz ne olurdu? Peki onlardan sorumlu patron ve idarecilerin tepkileri ne olurdu? Şu günlerde DasDas Sahne’de sahnelenen Titus Kompleks isimli oyun, biraz da bunu soruyor, sorduruyor aslında. Shakespeare'in en kanlı oyunu bu oyun. Fakat korkmayın, bu oyunda bu derece bir kan yok. Bunun yerine onun düşüncesi ve yaşamlarımızda ne boyutta yer aldığı var. Elbette bütün çarpıcılık, dehşet durumları, pornografi üzerinden anlatılmış ki burada yanlış bir şey yok. Yozlaşma, şiddet ve değerlerin yitirilmesinin eşitidir pornografi. Artık her yerde bir yıkıp geçme, tüketme, eşyalaştırma, tükürüp atma, değersizleşme vardır. Zaten oyunda da söylendiği gibi, bu noktadan sonra değerlerimiz bile artık hedefimize giden yolda basit birer araçtır.

KÖS KÖS SEYREDİYORUZ!

Oyunu seyrederken aklıma Bunuel'in en çarpıcı filmlerinden biri olan "Burjuvazinin Gizli Çekiciliği" ve Hitler öncesi, Weimar yıllarındaki Almanya'nın durumu geldi. Oyunun uyarlama kısmında beslenilmiş olmalı. Politik dil olarak da Alman Kabarelerinin eleştirel havasını sezdim. Her şeye karşı hissizleşen bir toplumda, hissizleşildikçe haydutlaşan, üstelik kendine karşı dahi haydutlaşan, zıvanadan çıkmış bir burjuva çatışmasının ortasında buluyoruz kendimizi. Elbette hiçbir değerleri yok bu mahlukların! En kötüsü de ne biliyor musunuz? Yüz işçi kadının diri diri yakılmasını da kadınların tecavüz edilip öldürülmelerini de sadece seyrediyoruz. Evet, evlerimizde, odalarımızda... Öylece kös kös seyrediyoruz! Hayır hayır ne dediğimi biliyorum. Hayır sadece oyunda değil, bir daha tekrarlayayım, gerçek hayatta da tam olarak böyle yapıyoruz.

Tecavüz sahnelerinde, masumların boğazlandıkları yerlerde, dehşete düşmek şöyle dursun, gerinip sırıtan insanlar var. Hayatta da tiyatroda da var! Tanıklarıyız birbirimizin! O an ben de tıpkı Lavinya gibi seslendim kendime ve herkese: “Niye bir şey yapmadın? Neden güldün? Tanığıydın işte bütün bu suçların? Niçin orada öylece kös kös oturdun? Bülbülün kafasını koparıp ölüsünü bir site inşaatına logo yaptılar, niçin hiç çıtını çıkarmadın? Neden hiç çıtımızı çıkartmıyoruz?” Sahi, niye? Son depremdeki hissizliğimizden, Soma'daki ve daha nice yerdeki insanlığımızdan uzaklaşmışlığımızdan ne farkı var ki bütün bunların?

Oysa bülbülün şarkısı ne güzeldi, hepimiz bayıla bayıla dinlerdik. Evimizi, odamızı, sokağımızı şenlendirirdi o bübül! Onu alıp, gözlerimizin önünde boynunu kopardılar. Önce bir an dehşete düştük ama sonra çok geçmeden düzenimiz bozulmasın diye yine yolumuza devam ettik. Sonra kim katil, kim seyirci karışır olmadı mı? Salonun ışıkları açıldığında aslında tüm seyircilerin ellerinde ve giysilerinde bir parça kan yok muydu? Şöyle iyice bir bakalım isterseniz? Muhakkak sizin de sıçramıştır, bulaşmıştır bir yerlerinize! Bunu kimileri gördü ve kimileri sahiden hissetti, kimileriyse her zamanki gibi yine; site aidatlarını, az sonra içecekleri biranın veya kahvenin tadını, sosyal medyada çok şık durabileceğini düşündükleri bazı fotoğrafları çekebilmenin plastik ve boş derdini büyüttüler içlerinde!

EMEK DÜŞMANLIĞI

Bundan yaklaşık bir asır evvel 40 bin kadın işçi maruz bırakıldıkları emek sömürü düzenine karşı greve başladılar ve uğradıkları haksızlıklar, baskılar, cinayetler ve işkenceler 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün duygusal ve düşünsel temellerini oluşturdu. İşçilerin haklarını gasp etmek için her fırsatı kollayan patronlar bugün de çalışma koşullarını kölelik düzeyinde tutmaya uğraşıyor, kadınların emek mücadelesi içinde yer almamaları için her türlü eşitsizliği topluma kabul ettirmeye uğraşıyorlar. Titus Kompleks oyununda bu manzarayı çok ama çok net, üstelik en sert ve net hâliyle göreceksiniz.

Didem Balçın, Mert Fırat, Elçin Afacan, Onur Dilber, Doğukan Polat, Ferit Kaya, Hilal Attar, Yalım Danışman ve Can Sipahi nefis birer oyunculuk sergileyip bu sahnelenmesi sahiden kolay olmayan oyunu bizlerle buluşturuyorlar. Oyunun müziklerinde Tristan Brusch imzası var ve şahane bir orkestrayla kayıt yapılmış. Bu minvalde orkestradaki emekçilerin yanı sıra müzik süpervizörü Tymoteusz Schodowski ve şef Kübra Şenyaylar da ayrıca tebrik edilmeli. Bence en iyi oyun müziği dalında mutlaka bir ödül almalı bu oyun.

Tiyatro var olan savaşları ve haksızlıkları durduramaz ama bu haksızlıkların ve kötülüklerin yeniden yaşanmaması için bir kültür yaratır. Uyarılarda bulunur. Sanata ve sanatçıya kulak vermeyen toplumların istikballeri de ne yazık ki pek karanlıktır! Kadınlar hesap soruyorlar bugün, tiyatro ve edebiyat dayanışma gösterip ses oluyor bütün haksızlıklara. Yükselen gericiliğe ve baskılara verilecek en güzel cevaplardan biri de tiyatro salonlarını doldurmak, bu sese kulak vermek olacaktır. Sait Faik’in de dediği gibi: “Bu dünya çarelidir!” ve direnirsek vardır mutlaka bir çıkar yolu! Hadi saralım, kuşatalım, sahiplenelim bu güzel oyunu!