Beyazıt Meydanı’nda 7 gencin öldürüldüğü 16 Mart Katliamı’nın üzerinden 46 yıl geçti. Katliamın tanığı Kangal, “12 Eylül’e giden yol açıldı’’ derken davanın avukatı Alptekin, ‘‘Sessiz sedasız zamanaşımına uğratıldı’’ dedi.

Bugünlerin yolu katliamlarla açıldı

Deniz GÜNGÖR

Bugün 16 Mart 2024… İstanbul Beyazıt Meydanı’nda devrimcileri ve üniversite mücadelesini hedef alan 7 öğrencinin katledildiği 50’den fazlasının yaralandığı bombalı saldırının üzerinden tam 46 yıl geçti. İstanbul Üniversitesi’nden çıkan öğrencileri hedef alan polis destekli faşistlerin gerçekleştirdiği katliamda, demokratik ve laik akademi hedef alındı. Yüzlerce öğrencinin üzerine bomba atıldı, ardınsa silahlı bir saldırı gerçekleştirildi. 

1977’de yaşanan 1 Mayıs Katliamı, akabinde 16 Mart ve Maraş katliamları 12 Eylül’e giden yolu açarken 1980’de yaşanan Çorum Katliamı ile bu kanlı saldırılar ülke tarihindeki yerini aldı. 1993’te Sivas Katliamı ve 1995’deki Gazi Katliamı ise bugünkü baskıcı rejimin taşlarının dizilmesine neden oldu. Saldırılarla devrimciler ve toplumsal muhalefet baskılandı, sokağa çıkmak, hak aramak terörize edildi. 

Katliamdan geriye tek bir sanığın dahi ceza almadığı, açılan davanın ise ‘zamanaşımı’ kararı ile üzerinin örtülmesi kaldı. Türkiye’nin ilk kontrgerilla davasıyla ilgili 20 Ekim 2008’de İstanbul 6. Ceza Mahkemesi zamanaşımı kararı verdi. Katliam, kontrgerillaların yargılandığı ilk dava olarak tarihin tozlu sayfalarında yer alırken katliama tanıklık edenler hâlâ ilk günkü canlılığıyla yaşananları hafızasında tuttu.

Katliamda yaşamını yitirenler bugün İstanbul Fatih’te bulunan İstanbul Fakültesi Eczacılık Fakültesi önünde saat 13.00’da anılacak.

TOHUMLAR O ZAMAN ATILDI

Katliamın tanıklarından Avukat Nejat Kangal, o dönem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydi. Kangal katliamın yaşandığı gün, bomba sesini Süleymaniye’den duyduğunda koşarak üniversitenin önüne geldiklerini söyledi. Kangal, ‘‘Yağmurlu bir gündü. Ortalık kan gölüydü. Faşistler slogan atıyordu ve ortalıkta polis yoktu’’ dedi.  Katliamın ardından tepki olarak öğrencilerin üniversiteyi işgal ettiğini anlatan Kangal, ‘‘Süleymaniye’nin arka kapısına gidip, zincirleri kırdık. Biz üniversiteye girerken polisler kaçtı. O gece içeride herhalde on binlerce kişi vardı. Forumlar gece boyunca devam etti. Sabah olduğunda üniversite bahçesi de Beyazıt Meydanı da dolmuştu. Sirkeci’ye yürüdük. İnanılmaz bir kalabalık vardı’’ diye konuştu.

O yıllarda üniversitede sosyalist öğrencilerin bulunduğu yerlerde saldırılar yaşandığını hatırlatan Kangal saldırı sonrasında yaşan süreci şu sözlerle aktardı: ‘‘Yıldırmaya ve korku salmaya yönelik bu tür saldırılar çok fazla sayıda oldu ve 12 Eylül'e giden yollar bu şekilde açılmış oldu. 16 Mart, 1 Mayıs, Maraş ve Çorum katliamlarından sonra bilinen en önemli katliamlardan biriydi. Ancak o zaman karşılarında çok ciddi bir sol güç vardı. DİSK o dönem Türkiye genelinde greve gitti, ‘Faşizme İhtar’ adıyla dev eylemler yapıldı. Toplumda direniş ruhu vardı. 12 Eylül'e giden dönemde Sivas Katliamı gibi saldırılarla bu gittikçe kırıldı. Bugün ise hâlâ 12 Eylül'ü yaşıyoruz. Bugün eğer insanlar bütün olumsuzluklara rağmen ses çıkaramaz durumdalar ise bunun tohumları da o zamanlar atıldı.’’ 

DAVA SESSİZCE KAPATILDI

Katliam davasının müdahil avukatlarından Cem Alptekin, olayın ardından “adiyen adam öldürme” iddiasıyla açılan ilk davada yargılanan tüm sanıkların delil yetersizliğinden beraat ettiğini söyledi. 10 yıl sonra dava dosyasını yeniden açtıklarını anımsatan Alptekin, ‘‘Türkiye'deki siyasi cinayet ve katliamların ardında, kontrgerillanın olduğu kamuoyunca bilinir. Ancak, bunlara ilişkin davalar, her daim sıradan bir cinayet veya katliammış gibi, ‘adiyen adam öldürme davaları’ olarak açılıp, öyle de sonuçlandırılır. Toplanan deliller ışığında bunun böyle olmadığını, bu eylemin niteliğini ve eski TCK'nin ‘adiyen adam öldürmeyi’ yaptırıma bağlayan 450. maddesini değil, hükümete karşı örgütlü olarak işlenen suçları yaptırıma bağlayan 149.maddesini ihlal ettiği ortaya koyduk. Mahkeme, o döneme ilişkin tüm siyasi cinayet ve katliam dava dosyalarının celbine, sanıklara da ek savunma hakkı tanınmasına karar verdi. Davanın seyri tamamen değişmiş, hukuk tarihine ilk kez kontrgerillanın yargılandığı bir davaya dönüştü. Hem mahkemenin hem de bizler üzerindeki baskılar olağanüstü boyutta arttı’’ diyor.

Alptekin, Susurluk Kazası’nda ortaya çıkan, bir ucu kontrgerillaya ve 16 Mart'a uzanan mafya-devlet-siyaset üçgeninin ardından, Susurluk Araştırma Komisyonu’na gelen belgeler ile 16 Mart Katliamı’nın failleriyle ilgili MİT belgesinin de davada delil olarak sunulduğunu aktardı. Alptekin, MİT'in suç duyurusu ile haklarında soruşturma başlatıldığını ve kendisi hakkında hem ağır ceza mahkemesinde hem de devlet güvenlik mahkemesinde davalar açıldığını hatırlattı.

Alptekin son olarak şunları söyledi: ‘‘Devlet kurumları ilk günden itibaren bu davanın karartılması, faillerinin korunması ve olayın üstüne gidenlerin ise sindirilmesi yönünde görev yaptı. Olayda görev suçu işlediği tespit edilen emniyet mensuplarının yargılanmasını güvenlik gerekçesi ile sessiz-sedasız Kocaeli'ne adeta kaçırdı. Sahipsiz kalan davada tüm görevliler aklandı. Kontrgerilla faaliyeti olarak görülen bu ve benzeri eylemlerde suç örgütü faaliyeti devam ettiği için, dava zamanaşımının dolmasının yasal açıdan mümkün olmadığı gerçeğini de ilk kez ortaya koyarak tartışmaya açtık. 2008 yılında heyet değişiklikleri ile mahkeme alenen kuşatılmak suretiyle, davamız zamanaşımı gerekçesi ile düşürüldü.” 

***

Failler cezalandırılmadı

16 Mart Katliamı hakkında gerçekleştirilen soruşturma kapsamında dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. Saldırıyla bağlantısı olduğu tespit edilen Sıddık Polat ise Elazığ’da yakalandı. 17 kişinin yargılandığı davada yalnızca Polat 11 yıl hapis cezası alırken cezası daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Öğrencilerin üzerine bombayı atan Zülküf İsot daha sonra katliamı kendisinin gerçekleştirdiğini ve polis aracıyla üniversiteye geldiğini anlattı. İsot, ülkücü Lütfi Aktı tarafından öldürüldü. Ülkücü itirafçı Ali Yurtaslan ise öğrencilerin üstüne atılan bombayı Abdullah Çatlı’nın temin ettiğini öne sürdü.