Sevgili meslektaşım Timur Soykan’ın başarılı çalışması ve gazetemiz BirGün’ün yerinde editoryal tercihi ile günlerdir manşetten sıcak tutmaya çalıştığımız, "Kız çocuğuna tarikat marifeti ile tecavüz" hadisesi, bizlere bir kez daha şu gerçeği hatırlatmıştır:

Bazı konular söz konusu olduğunda, bir "gri alan" asla söz konusu değildir.

Bunlardan biri, "çocuklar, kadınlar, engelliler, sokak canlıları gibi korunmasız ve tehdide maruz, tehlikeye açık bireylerin haklarına sahip çıkmakla" ilgili hiçbir tartışmayı kabul etmemeliyiz. Ya sahip çıkar ya da şiddetin, tacizin, istismarın ve hatta tecavüzün yanında yer almış olursun.

En az bunun kadar tartışmaya kapalı tutulması gereken bir konu da, 21’nci yüzyılın 22 yılını geride bırakmaya hazırlandığımız bugünlerde, çağdaş bir toplum olarak yaşamak isteyen halkların tercihi...

Gazetemiz BirGün, Perşembe günkü manşetinde bunu net biçimde iri puntolarla hatırlatmıştır:

"Ya Laik Gelecek, Ya Dinci Düzen"

"Ara yolu" ya da "Gri alanı" olmayan bu iki konuyu böyle kavramayan hiçbir kişi ya da kurum, doğru teşhisi koymuyor demektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıl önce çözmeye karar verdiği, kurucu kadroların rehberlik ve önderlik ettiği bu meselede, maalesef ne kadar az yol kat edebildiğimizin de bir göstergesidir, olup bitenler.

Kesin ve tereddütsüz tercihi laiklik olmayan bir toplumsal düzen ve bir devlet anlayışının, bugünkü "tarikat ve cemaat virüsünü" yenebilecek gücü yok demektir. Programının ve çizgisinin odağına laikliği almayan hiçbir bir siyasi oluşumun, bu "ölümcül virüs"ü yenmekte başarılı olamayacağını da bilmemiz gerekir.

***

Ne yazık ki, sadece bugünün dinci - gerici siyasi iktidar blokunun değil, bundan önce de on yıllar boyu ülkeyi yöneten sağ - muhafazakâr siyasi iktidarların da tercihi, hep "laiklik karşıtı akımların, tarikat ve cemaatlerin ürkütülmemesi" olmuştur. Sadece, "feodalitenin hâkim olduğu ve hem eğitim, gelir hem de refah düzeyinin düşük olduğu bölgelerde" değil, belki de en az oralar kadar "metropollerde" etkin olan koyu tarikat ve cemaat yapısı, yani laiklik düşmanı akımlar, bugün ortaya çıkan "çirkin" hadise benzeri şeylerin yaşanmasının başlıca müsebbibidir.

Doğruluğu, tefsiri, meali, yorumu da son derece tartışmaya açık dini (sözde) öğretileri, 1500 küsur sene önceki bir takım muğlak alıntıları kullanarak, toplumsal yaşama ve hatta zaman zaman kamu düzenine "teşmil etmeye" çalışan yobaz kafalar, hem tek tek hayatları söndüren pratiklere imza atmakta, hem de toplumsal düzeyde geri kalmamızın kilometre taşlarını döşemektedir.

Örneklerinin çok yaygın olduğunu bildiğimiz bu aşağılık "çocuk yaşta evlendirilme ve bu yolla tecavüz, yani minicik bireylerin hayatlarının karartılması" hadisesi, hem laiklik meselesini, hem de temel başka bir özgürlük sorununu gündeme getirmiştir. O da çocuk haklarıdır.

Temel insan hakları ve özgürlükler mücadelesinde de, yüz yıllar boyu hep esas alınan "referans (rehber) metinlerden biri olan "BM Çocuk Hakları Sözleşmesi" bu konuda açık ve net hükümler içermektedir.

Örneğin Sözleşme’nin 27’nci maddesi, taraf devletlerin; "Her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğuna" hükmeder. Bu da, "6 yaşında imam nikâhı ile evlendirilerek" mümkün olmaz herhalde.

Yine, Sözleşme’nin 28’nci maddesi, "Çocuğun eğitim hakkını kabul ederek, okuluna düzenli biçimde devamını" esas alan bir ailevi - toplumsal yaşamdan söz eder.

Hepsinden daha çarpıcı biçimde, Sözleşme’nin 34’üncü maddesi, net biçimde şu ifadeye yer verir:

"Çocuğun yasadışı cinsel faaliyete girişmek üzerine kandırılması ve zorlanmasını önlemek amacıyla (Devletler) gerekli her türlü önlemi alırlar..."

Yani, görev bellidir.

Temel insani gereklilikleri tüm bireylere ama en başta da çocuklarımıza sağlayamamışsak, (son hadisede ağrı bir ihlal olduğu ortada) ciddi bir vebal altındayız demektir.

***

Toplumsal yaşamı düzenleyen kurallarımız, yasalarımız ve teamüllerimiz "laik" değil de "dinci din temelli" öğretileri esas alıyorsa, "ayıplı bir karanlık" içindeyiz.

Ama hepsinden daha önemlisi, böyle bir rezalet ortaya çıktığında; a) Kanıksıyor ve ‘hep oluyor yahu bunlar" deyip geçiştiriyorsak, b) Kıyameti koparmıyorsak, bu tiksindirici günaha hepimiz ortak oluyoruz demektir.

Zaman, avazımız çıktığı kadar bağırmak, çocuklarımızı bu karanlıktan çekip kurtarmak, kanımızın son damlasına, son nefesimize kadar koruyabilmek için her türlü önlemi almak ve tabii ki bu topraklardan "tarikat - cemaat kirini" temizleyip laik temellere oturtulmuş bir toplumsal, siyasi, hukuki düzeni tesis etme zamanıdır.

En tepeden başlayarak en sıradan bireye kadar bu vazifenin önemi kavrayıp mücadele etmezsek, daha çok H.K.G. hadiseleri yaşarız.

Muhtaç olduğumuz kudret, "laiklik ilkesi" ve demokratik bir toplum idealinde mevcuttur.