Milletvekili olduğumda eski dönem vekillerden bir büyüğüm, “hayvanlarla uğraşıp kendini hafife aldırma” demişti. Mesele katır ya da köpek meselesi değildir sadece. Bu bir hayata bakış, tüm yaşam hakları arasında ayrım gözetmeden, hepsini aynı anda, öncelemeden ciddiyetle savunma inancıdır. Bu başkalarının bakmadığı, kıyıda köşede kalmış mağduriyetleri bulup çıkarmak ve birlikte çözüm kervanına atmaktır.

Ciddi ol, ciddiye al

MELDA ONUR @meldaonur

Sakallı Celal’in Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’ten sonra Ciddiyet’e davet eden cümlesini uzun uzun anlatmayacağım. Köşe yazısında konu etmeyen yazar, bilmeyen okur kalmamıştır. Ama devlet yönetiminde hâlâ hayata geçirilmiş değil.

Gözümü, tabaktaki Güneydoğu misafirperverliğine özgü zengin kuruyemişlerden kaldırıp, tam karşıma baktığımda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bir hayli büyükçe bir portresiyle karşılaştım. Solumda oturan Vali’yi dinlerken bir yandan, Anadolu’da şehir şehir dolaştığım çocukluğumun valileri geldi gözümün önüne. Vali... Devlet demekti. 23 Nisan törenlerinde selam durduğumuz, kimi başımızı okşayan, kimi azarlayacakmış gibi duran ama az konuşan, hani “devlet ciddiyetini” temsil eden bir erkek figürü. Odalarında Başbakan portresi olmayan, devlete yakın ama hükümete ve vatandaşa eşit uzaklıktaymış gibi duran, en azından “mış” gibi yapan ciddi adamlar.

CİDDİ OLUN!
Aslında yolu kaybedip bir hayli geç kalışımız, karşılaştığı ekibin uzmanlık alanıyla ilgili pek de bilgisi olmayan Vali’nin işine yaramıştı. HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu tarafından talep edilen randevunun biraz isteksizce verildiği aşikârdı. Muhtemelen gelen ekibin profili hakkında bir fikri yoktu. Konuya girmeyi geciktirmek adına Şırnak’ın güzelliklerinden söz etti ve ekip arkadaşlarımızı tek tek didikledi. Konuya giremeyişimiz, konuyu da sonuçlandıramayacağımızın bir işaretiydi. Keza günlerdir vurulmuş katır görüntülerinin kol gezdiği medyayı okusa, gelen heyetin misyonuna baksa, yani ciddi olsa iki gündür hakkında yazılıp çizilenlere meydan vermeyecekti. Katır ölümleri için gelmiş bir hayvan hakları STK’sinin yönetim kurulu üyeleri, aktivistler ve veterinerlere “gidin köylüyü kaçakçılık yapmamaları için ikna edin” diye salık vermesi, bir devletin tüm vatandaşlarını ve yazılmış tüm kanunları, hukuku temsil etmesi gereken bir kişi için ciddi değildi. Hukuk kaçakçılık kanunundan ibaret değildi; bölgede kaçakçılık keyfe keder yapılan bir iş değildi; hele ki gelen heyetin böyle bir misyonu yoktu. Hayvan severlerin yaptığı işi hafife alan devlet aklına biz aşinayız; ama devlet hayvan severlerin kim olduğunu hala anlayamadı. Katır ölümlerini sorduğumuzda “Vurularak ölen katır yok, silah sesini duyunca korkup kaçarken düşüp öldüler” yanıtını aldığımız, “ama kurşunla vurulmuşlar” dediğimizde “onlar münferit seken kurşunlardır” diye bizim aklımızla alay eden bir Vali’ye, “Peki Sayın Valim, dağılalım o zaman, herkes evlerine” diyecek değiliz, kendisine “Ciddi olun” deriz.

CİDDİYE ALIN! 
Katırlar için Roboski’ye gittiğimizde, Uludere’deki Besta Karakolu’nda iki askerin işkencesine maruz kalan köpeğin durumuna bakıp, hayvanı oradan almayı hedeflemiştik. Bu doğrultuda karakoldaki ulaşabildiğimiz en yetkili isme ulaşıp kendimizi tanıttık ve niyetimizi bildirdik. Telefondaki nazik ses ertesi gün karakolun başına geleceklerden habersizdi. Roboski’deki işlerimizi bitirip Uludere’de suç duyurumuzu yaptıktan sonra soluğu Besta Karakolu’nda aldık. Kendimizi tanıttık. Hayvan hakları dernekleri, aktivistleriydik, vekildik, veterinerdik. İlgili paşa yoktu, binbaşıyla konuştuk. “Bakarız, ederiz, döneriz” vaatleriyle beklemeye başladık. Köpeği görmek istedik, getirdiler. Yanımızdaki veteriner arkadaşların hızlı bir muayenesiyle hayvanın kene, enfeksiyon, solunum, susuzluk sorunları olduğunu öğrendik. Ürkek hali içler acısıydı. Almadan gidemezdik. İşte o andan itibaren başlayan yaklaşık 8 saatlik mücadelede muhtemelen TSK, Besta Karakolu’ndan Genelkurmay’a, unutamayacağı bir gün yaşandı. Kapıya asla gelmeyen karakol komutanı da, diyaloğumuzu sağlayan (rütbelerini özellikle vermiyorum, bilmediğimden değil) askerler de olayın bu kadar uzayıp krize dönüşebileceğini düşünmemişleri tahminen. Önce “tutanaksız vermeyiz” denildi, tutanak hazırlandı. “Belediyesiz olmaz” denildi, Şırnak Belediye Başkanı’nı aradık zabıta gönderdi. “Veterinerimiz tahkikat yapıyor” denildi; veterineri hiç görmedik; belki de hiç yoktu. Telefon trafiği bitmek bilmedi, “yukarıdan emir gelemiyordu” bir türlü. Bütün uçaklarını kaçıran hayvan severler ise kapıyı terk etmiyordu. Sosyal medyaya yansıyanlarla telefonların şarjları tükeniyor, her imkân kullanılarak yeniden dolduruluyordu. Uludere Belediye Eşbaşkanları geldi. Derken hava karardı, soğudu. Pek olacak şey değildi ya karakol önünde ateş yakıldı. Hayvan severler için vazgeçmek yoktu. Bölge basını geldi, canlı yayınlar yapılmaya başlandı. Toplam 8 saatin sonunda Genelkurmay’dan bir sözcü ile yaptığım konuşmada köpeğin TSK koruması altında tedavi edileceği, TSK’nin bunu yapmayı gerçekten istediği ve hayvanın iyileşmiş fotoğraflarının bizimle paylaşılacağı yönündeki ısrarı ile olay mahallini terk ettik. İki işkence meraklısı erin, TSK’ye asla tahvil edilemeyecek bir davranışı, o gün karakolundan, Genelkurmay’ına kadar TSK’ye sıkıntılı bir gün yaşattı. Oysa her şey çok daha kolay olabilirdi; eğer gelen hayvan sever heyeti ilk anda ciddiye alsa ve bir sahiplendirmenin tarafı olabilseydi... Yapmayınca yapamadı. Biz de gün boyu oylamalara, “vallahi de üşüdük, uçak saatimiz de geldi, gidelim bari” diyecek değildik. “Bizi, hayvan severleri ciddiye alın, alacaksınız” diyecektik tabii ki. 

Neyse, öğrendik ki köpek Gemlik’teki Askeri Veteriner Okulu’na gidiyor. Ciddiyetle takipteyiz...

VE CİDDİYET... 
Her yerde anlatırım bir kez daha anlatayım. Milletvekili olduğumda eski dönem milletvekillerinden bir büyüğüm, “hayvanlarla uğraşıp kendini hafife aldırma” demişti. Milletvekilliğimin ilk konuşmasını 4 Ekim 2011 Hayvan Hakları Günü’nde yaptım. Verdiğim ilk yasa teklifi 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi üzerineydi. TBMM’de yaptığım son konuşmayı ise, türcülüğü protesto ederek “çakallara sataşmadan” almıştım. Hayvan konusuyla ilgilenmek bir ciddiyet ister, fikri takip ister. Öyle yaptım; tıpkı vekilliğim süresince insan hakları, davalar, duruşmalar, cezaevleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, kent ve yaşam hakkı sorunları, HES’ler, termik, nükleer mağduriyetlerini de aynı ciddiyetle takip ettiğim gibi. Mesele katır ya da köpek meselesi değildir sadece. Bu bir hayata bakış, tüm yaşam hakları arasında ayrım gözetmeden, hepsini aynı anda, öncelemeden ciddiyetle savunma inancıdır. Bu başkalarının bakmadığı, kıyıda köşede kalmış mağduriyetleri bulup çıkarmak ve birlikte çözüm kervanına atmaktır. Devletin bütün kurumları bu ciddiyeti sağlayacak, ciddi olacak, ciddiye alacaktır.