Hani şu Titanik misali batmakta olan Dubai var ya...  Bu ülkenin en iyi okullarında okuyup mezun olmuş bir dolu gencin en parlak

Hani şu Titanik misali batmakta olan Dubai var ya...  Bu ülkenin en iyi okullarında okuyup mezun olmuş bir dolu gencin en parlak “kariyer planı” da Dubai’nin batışıyla birlikte sulara gömülmüş oluyor...
İster inanın, ister inanmayın pırıl pırıl eğitimli çocuklarımızın bazılarının kendileri için hazırlayabildikleri en iyi gelecek planı buydu. ‘Ah’ diyorlardı ‘Dubai’ye kapağı bir atabilsek, kendimizi kurtarırız.’
Çoğu aylardır evlerinde bekliyorlardı kriz bitsin de Dubaicikte işler yeniden toparlansın, maaşlar yükselsin diye...
Şişirilmiş bir adada, şişirilmiş bir finansal sektörde, fiyakalı piyon olmak...
Balon bir ülke üzerine, balon gelecek düşleri...
Türkiye’nin bu işsiz profesyonelleri sokaklara çıktıklarında ülkenin başka işsiz gençleriyle aynı kaldırımları paylaşıyorlar. Sanırım birbirlerini teğet geçiyorlar ya da göz göze gelmemeye çalışıyorlar. 
Aralarında camdan bir duvar, öylesine yürüyüp gidiyorlar birbirlerinin yanından.
Bu işsizlerin ise üzerine hayal kurabilecekleri bir Dubaileri bile yok...
Onlar gerçek işsizler.
Onlar sokaklarda kızgın, kırgın kendilerini anlatmaya çalışıyorlar. Yıllardır öyle boş, boş bekliyorlar. “Devlet herkese iş bulacak diye bir şey yok...” diyen Başbakan’ı şaşkınlıkla izliyorlar. Bu sahipsizlik, çaresizlik, yalnızlık yüzünden bencilleşiyor, milliyetçi politikalara savruluyorlar.
Gençlerimiz yıllar sonra sokaklarda politika olduğunu zannettikleri şeyi yapıyorlar.
Oysa çok değil birkaç yıl öncesine kadar iki kişi çiğdem çitlemek için bile bir araya gelsek hep aynı konuda dertleşirdik. 
12 Eylül kuşaklarının depolitizasyonundan...
Çocuklarımızın içine düştüğü tepkisizlikten...
Varsa yoksa futbol konuşmalarından...
Sonunda lamba çatladı.
Cin ortaya çıktı.
İşte buyurun ülkenin bütün çocukları politize oldular.
Artık her şeye tepki veriyorlar.
Ama bu gençler yıllardır özlemini duyduğumuz gençlere pek benzemiyor. Yıllardır futbolla fanatikleştirip, milliyetçilikle uyuşturduğumuz çocuklarımız bizim çiğdem sohbetlerimizi utandıracak bir ‘politik bilinçle’ geri döndüler şimdi.
Oysa çocuklarımızın bizden bir dirhem fazla düşüneceklerini ummuştuk. Kendilerini başkalarının yerine koyabileceklerini, başkalarının hakları için direneceklerini, sözü çatışmaya, uzlaşmayı, kavgaya tercih edeceklerini düşünmüştük.
Ama öylesine yalnızlar ki sadece kızıyorlar.
Kızgınları korkularından.
Güvensizliklerinden.
Yalnızlıklarından.
Başkalarına sağırlıkları, onlara kulak verilmemesinden.
Kızgınları önemsenmemelerinden.
Bu devlete duymaları gereken en temel güven duygusunun yitirilmesinden.
Yerine saldırganlığın, kör milliyetçiliği konması bundan.
Çocuğunun eline taş verenin de, Taksim’de insan sallandırmaya niyetlenenin de derdi bu belki de.
Görülmemek, sahiplenilmemek, aldatılmak.
Kimliklerimizin, meşreplerimizin  sağır kuyularına düşmemiz bundan.
Körü körüne kızmaktan, körü körüne çatışmaktan, körü körüne gitmekten...
Ama öylesine sığ ki üzerinde at koşturdukları alanın değerleri bir adım bile ilerleyemiyorlar.