Anne tarafım Balkanlar’dan, baba tarafım Kafkasya’dan göç etmiş. 1920’lerde Gemlik ve Orhangazi’deki iki köye yerleştirilmişler. Annem ve babam ‘daha hiçbir müminin gömülü olmadığı’ bu köylerde doğmuşlar ama köy hayatları çok kısa sürmüş, her ikisi de çocuk yaşta Bursa’ya gelmiş. Yetmişlerde ‘köy’ benim için yılda birkaç kez Bursa’dan gidilen bir yer, bir tür piknik alanıydı… Anne babamın bile ait olmadığı, nine ve dedelerimin göçle geldiği bu iki köye karşı en ufak bir bağlılık hissetmiyordum.

Bir gün babaanneme “Köyün dışında ne var?” diye sordum. “Köyün dışında Deli Dandun yaşar” dedi babaannem. “Başıboş bulduğu çocukları yer.”

Köyün dışı birden bire korkunç yer haline geldi benim için. Köy merkezindeki kahve ve camide güven duygum en yüksek seviyeye gelirken, köyün dış evlerine yaklaştıkça kalbim güm güm atmaya başlıyordu. Bazı evler köyün birkaç yüz metre uzağındaydı ve kendi kendime “Bir köy nerede biter?” diye sorardım. Acaba o ev de köyün içi mi sayılırdı? Eğer öyle sayılırsa, ev ile köy arasındaki boşlukta oynayabilirdim ama ya öyle değilse, ya Deli Dandun oraya da gelir ve beni yerse?

***

Köyde olduğum her an beynimde bir köy haritası yaşardı, köyün tüm sınırlarını bilemiyordum ama bizim evle cami ve kahve arasındaki hattı biliyordum. Bu hat Arnavut kaldırımları, ahırlardan gelen hayvan sesleriyle huzur mekânlarıydı, köyün içinde kaldıkça herkes sana gülümser ve selam verirdi, “Sen Ziya’nın torunu musun?” diye çağıran köylüler saçlarımı okşardı. Köyün içi cennetti, dışı ise cehennem.

SevanNişanyan Yunanistan’dan sınır dışı edilecekmiş. Kimse gerekçeyi tam bilmiyor, belki Türk hükümeti baskı yapmış olabilir, belki yerel Murtaza’lar (Murtazais) bu “şüpheli Türk”e kumpas kurmuş olabilir. Nişanyan’a göre bir ihtimal de bir süredir üzerinde çalıştığı “Kuzey Yunanistan Yer İsimleri Sözlüğü”. İsimlerin çoğunun kökeninin Türkçe veya Bulgarca olması “Yunanistan Yunan’dır, Yunan kalacak” diyenlerin hoşuna gitmemiş olabilir.

***

Nişanyan Türkiye’de de pek çok kişiyi rahatsız etti. Bir ara suikast yapacaklar endişesi oldu, o da televizyona çıkıp “Gelen hazırlıklı gelsin, çünkü ben her an hazırım” diye Pekervari bir laf söyledi. Robert Koleji bitir, Yale’de felsefe, Columbia’da siyaset bilimi oku, onlarca araştırma kitabı çıkart ve yine de yeri gelince kabadayı gibi konuş… Nişanyan’ın hazırlıklı olması sırttan vuran sünepeleri ürkütmüş olmalı, kimse ziyaretine gelmedi.

Hiçbir yerden vuramayınca yaptığı inşaatlara mühür vurdular. O da mühürleri söktü ve bu nedenle de hapse atıldı. Bu yazıyı tercüme edecek bir Hollandalı yukarıdaki cümleyi okuyup “E, haketmiş” filan diyebilir, bu Hollandalı için açıklamalıyım: Nişanyan çirkin bir yer olduğu için Şirince denildiği varsayılan bir köyü Avrupa standartlarında doğayla barışık bir turizm merkezi haline getiren kişidir. Arkadaşı Ali Nesinle beraber, Matematik ve Felsefe köylerini Şirince’ye kazandıran, o inşaatlarda taş taşıyan kişi de yine Nişanyan’dır ve Hollandalıya son bir not Türkiye’de saraylar bile kaçaktır ve ülkeyi kocaman bir Çirkince haline getiren tek bir müteahhittin bile bu gerekçeyle hapse atıldığı görülmemiştir.

***

Nişanyan hapse atıldığında ben hâlâ Twitter’daydım, durumu protesto eden çok sayıda tweet atınca bir BirGün okurundan mesaj geldi: “Hocam sizi anlıyorum da, bu adamın Tarafçı olduğunu, hakkımızda atıp tuttuğunu, yarın siz hapse girseniz bunu zerre sallamayacağını ve hatta o dönemki stratejisine uygunsa AKP’lilerle zemzem suyu tokuşturup, “İyi yapmışsınız” diyeceğini de biliyorsun değil mi?”

Geçen hafta Gazapizm’in konser sonrası yemeğine katıldım, sıra bekleyip fotoğraf çektirdim. Aynı şeyi Gazapizm’den niye bekleyeyim? BirGün okuru biraz abartıyla beraber çok da yanlış şeyler söylemiyordu ve hapse düşsem neler olabileceği hakkında fikirlerim vardı elbette ama bir hisse kapılmak için karşıdan da aynı hissi niye bekleyeyim?

“Barbar Türkiye”de hapislerde yok edilmek istenen Nişanyan, ‘Uygar Yunanistan’dan da sınır dışı ediliyor. Çünkü bu adam Sartre’ın dost olmayacağı ama örnek göstereceği modası geçmiş entelektüellerden biri. Şirince köyünü baştan yaratmış, matematik, felsefe ve sanat köyleri kurmuş olabilir ama aslında Nişanyan’ın hiçbir köyü yok. Nereye gitse çıkıntı olacak, hangi köye gitse o köyün huzurunu kaçıracak ve sonuçta dokuz köyün tamamından kovulacak.

***

Köy çocuklarına “Deli Dandun nasıl bir adam?” diye sordum. “O erkek değil, kadın… Ölmüş ama köyün dışında dolaşıyormuş” dediler. Korkum ikiye katlandı. Köy kahvesinde gazoz içtiğim veya camide namaza gittiğim anlarda bile huzurum kalmadı. Biri bu Deli Dandun’u yakalasa, hemen meydanda yakıversek, kalbine de bir kazık çaksak belki tekrar huzurlu olabilirdim.

Yıllar sonra amcamın eşi büyük yengeme Deli Dandun’u sordum. “Öyle bir şey yoktu ama çocuklar kadın diyorlarsa, belki bir Ermeni Nene vardı, onu söylüyorlardır” dedi. Köydeki Ermeni kızlarını bir ahıra toplayıp günlerce tecavüz etmişler, üst birliklerin geldiği haberi duyulunca başlarına bela olur diye içindeki kızlarla beraber ahırı yakmışlar. Ermeni Nene o zaman daha sekiz dokuz yaşındaymış, diğer kızlar onu bir delikten ite ite dışarı atmışlar. Ağır yanıklarla kurtulmuş. Uzun süre boş köyde yalnız yaşamış. Göçmen Türkler köye yerleştirilince bu hilkat garibesine sahip çıkmışlar, 1960’ların sonlarına dek hayatta kalmış.

Nişanyan Drina Köprüsü’nü yeni okuduğunu ve bu romanın yirminci yüzyılda yazılmış en iyi kitaplardan biri olduğunu söylüyor. Bunca yıl okumamasının nedeni gereksiz yere “Balkanlardaki Türkleri öven” etiketi almış bir romana elini sürmekten kaçınması olabilir.

Tarih kolay kolay taraf olunmayacak kadar karmaşık bir yapı. İçine girdikçe önce isimler, sonra kafalar karışabiliyor. Ezen ezilen çizgisinden koptukça karakterleri ve olayları anlamlandırmak da zorlaşıyor.

Ama iyi ki Deli Dandunlar var. Onlar hiçbir köye ait değil ve köylerin dışında dolaştıkları sürece hiçbirimize huzur yok.

Nişanyan Ermenistan’a gidecekmiş. Şimdi Ermeni Devleti düşünsün:)