Deprem değil devlet üstüne dağınık düşünceler

Şükrü Erbaş

Bizim genlerimizde, bütün günahlarımızı yıkacağımız bir “kahpe felek” geni var galiba. Önceden yapılması gerekenleri yapmayıp, felaket olduktan sonra oturup hamaset yapmakta, ağıt yakmakta görülmemiş maharetlere sahip bir toplumuz.

Bir başka ifadeyle öğrenme özürlü bir toplumuz. Özellikle devlet ve devlet yönetimi denilen “şey” –gerçekten ŞEY- özürlü olmanın ötesinde bir beceriksizlik, giderek bir kötülük örgütlenmesine dönüşmüş durumda.


Yerin altında olup bitenleri yönetemezsiniz, gökyüzünde olup bitenleri yönetemezsiniz, bunlar tamam da, yöneteceğiniz tek yer olan ve sorumluluk alanınıza giren toprağın üstünü de mi yönetemezsiniz? O zaman size sormazlar mı varlığınızın anlamı nedir diye?

Hemen inşaatlara başlıyoruz diyorsunuz. Yani bir hafta sonra. Yani 18 gündür çadır ulaştırılamamış yerler varken. İnsanlar geceleri sokaklarda donarken. Yıkanacak su bulamazlarken. Kentler birer moloz yığınıyken. Bunun adı, yeni bir yıkımın yapı taşlarını döşemeye başlıyoruz demekten başka nedir?

Üniversiteleri kapatarak, yurtları boşaltarak deprem kadar büyük bir başka yıkıma yol açtınız. Depremzedeleri barındıracağınız binlerce yapı, yer varken, 11 ilin içindeki felaketi, 70 ilin üniversitelerine ve öğrencilerine taşımak nasıl bir öngörüdür? Siz muhakeme yeteneğinizi ne zaman yitirdiniz?
Akıl almaz bir iç göç başladı. Bununla ilgili, öğrenci yurtlarını kapatmaktan başka bir planlamanız, önleminiz var mı? Varsa bunu acıyla çırpınan insanlara ve bizlere, öfkelenmeden, anlayabileceğimiz bir dille açıklayabilir misiniz?

Siz neden insanlara hakaret etmeden konuşamıyorsunuz? Neden bunca ölünün, yaralının, yurtsuz-yuvasız insanın karşısına geçip başka insanlara bağırıyorsunuz? Küfretmeden söyleyebileceğiniz sözleri neden küfretmeden söyleyemiyorsunuz?

Size yardım edilmesinden neden korkuyorsunuz? Her şeyi bilen tek kişi olduğunuza kim inandırdı sizi? Bu kadar bilgiyi ne zaman edindiniz? Sizde tanrı yeteneği mi var?

*Biz sizi, evinizi yönetemiyorsunuz diye eleştirmiyoruz. Biz sizi bizim evlerimizi, hayatlarımızı mahvediyorsunuz diye eleştiriyoruz. Gazeteleri, televizyonları, interneti kapatınca, bizi susturunca insanlar ölmemiş mi olacak? Şehirler yıkılmamış mı olacak? Yüz binlerce insan bunca gözyaşını dökmemiş mi olacak? Siz başarılı mı olacaksınız?

Fıkranın sırası değil ama hiç anlatan olmadı mı size, avcıları görünce başını kuma gömen devekuşu hikâyesini.

Ziyaret ettiğiniz bir kentte yüzlerce bina ve bağımsız bölüm moloz yığınına dönmüşken geçeceğiniz yola asfalt dökülmesini nasıl karşıladınız?

Sizin ilgi alanınıza girmez ama ben bir densizlik edip sorayım. “Yaralayan ölene dek yaralanmıştır” der Pablo Neruda. Duymamışsınızdır ama ben yine de sorayım, şimdi duydunuz: bütün bu olup bitenler sizde küçücük bir yara açtı mı? Neruda’nın dizesindeki duyguya kapıldığınız oldu mu hiç?

Muhyî’nin (17. yy) şu dörtlüğünü bilir misiniz?: “Sayılmayız parmağ ile / Tükenmeyiz kırmağ ile / Taşramızdan sormağ ile / Kimse bilmez ahvalimiz.”