Merkezi Düzce-Gölyaka olarak kayıtlara geçen, 23 Kasım 2022 saat 04.08’deki deprem İstanbul’dan Ankara’ya kadar pek çok yerde hissedildi.

İlk olarak -Richter ölçeğine göre- 5.9 şiddetinde olduğu açıklandı, sonra 6 şiddetinde karar kılındı.

Depremde ne yapılmalı? Bu deprem öncü mü, artçı mı? Beklenen İstanbul depreminin habercisi mi? Yoksa öteleyicisi mi?

Bu soruların tümünü her konuyu çok iyi bilen televizyon kuşu uzmanlara bırakarak “kişisel deprem maceramı” paylaşmak istiyorum.

Deprem meydana geldiğinde yeni uykuya dalmak üzereydim. Önce yatağımın sağdan sola doğru ikişerli hamlelerle itelendiğini hissettim. Sonra yatağı ve odanın her yeri aşağıdan yukarıya doğru sarsılmakta olduğunu ardından da yerinde silkelendiğini gördüm.

Depremler üzerine kaç haber-röportaj yaptığımı hatırlamıyorum. Pek çok saygın bilim insanı ile görüşmeler yaptım.

Yazdığım o kadar bilgiden bana hiçbir şey kalmadığını 30 saniye boyunca sallandığımda anladım!

Çünkü deprem de çok hızlı biçimde nasıl davranılacağının tatbikatını hiç yapmadım. Ayrıca bunu yapan bir kişiyi de tanımadım.

Birkaç kez yakından tanıdığım belediye başkanlarına önermiştim. Bir deprem tatbikatı yapalım. Küçük bir mahalle seçelim, bir Pazar günü saat 11.00’de alarm vererek o bölgedeki herkesi deprem toplanma bölgesinde toplayalım. Bakalım kaç kişi gelecek? İlk yardım çadırı, yemek pişirme çadırı, hamile kadınlar ve küçük çocuklar için özel bölümleri kurabilecek miyiz? Gençler sedye ile temsili olarak seçilmiş yaşlıları evlerinden alıp toplanma bölgesine getirebiliyorlar mı? O bölgede kaç doktor, hemşire, sağlık görevlisi yaşıyor?

Aldığım cevaplar şöyleydi: Yapılması çok zor! Biz yüzümüze gözümüze bulaştırırız! En ciddi olanıysa böyle bir şey mümkün değil!

İyi o zaman depremi de imkânsız hale getirin!

***

23 Kasım gece yarısı çoraplarımı pantolon cebime koyup, telefonumu, cüzdanımı alıp hızlıca sokağa çıktım.

Komşularla karşılıklı geçmiş olsun dileklerinde bulunduk. Bir pilotu bekleyen şoför deprem anında aracının nasıl sallandığını otomobilini eliyle sallayarak gösterdi.

Sonra herkes yavaş yavaş evlerine girdi. Yalnız başıma kalınca acı gerçeği gördüm: Diyelim ki deprem beklediğimiz “Büyük İstanbul Depremi” idi. Her yer yıkıldı ya da oturulamaz hale geldi. Ama kurtulanlardan olduk, ne yapacağız?

Yanımda tek ilacım yoktu; ki insülin kalemi gibi bazıları yaşamsal önemdeydi.

Deprem çantası mı? Onlar vardı ama 1999’daki araçlarımızın bagajlarında kaldı, unuttuk onları.

O kadar zavallı hissettim ki kendimi… İki saat evin etrafında turaladım. Depremden sağ kurtulmuşum ama birazdan karnım acıkacak, açlık şekerim tehlikeli biçimde düşecek ben ne yiyerek ayakta kalacağım? Fırın, pastane, kafeterya, büfe… Hepsi enkaz olmuş. Yıkılmayanlar da var. Mesela marketler, tek katlı pideciler, börekçiler… Ama içlerinde kimseler yok. Ya su? Eskiden mahallelerde çeşmeler vardı, şimdi onlar da yok artık. Birazdan telefonun şarjı da bitecek.

Bunları ve daha kötü senaryoları servis şoförü İsmail ile konuşuyorum. İsmail “Abi şekerin mi düştü?” diyerek aracının torpido gözünden bisküvi paketini elime uzatıyor. Birazdan jeofizik mühendisi diplomasını evinin duvarına asıp, lojistik sektöründe (TIR’lara dans ettiren) yeğenim Ezgi Yılmaz Çalışır arıyor, “Dayı gelip seni alalım mı?” diyor.

O zaman daha iyi anlıyorum ki, büyük depremde hepimiz başımızın çaresine bakacağız!

***

1999 Ağustosunun bir adım ilerisine geçememişiz. Bu çok net! İktidarın yaptıklarını (toplanma alanlarına AVM) ve yapmadıklarını (hiçbir ciddi organizasyon) saymıyorum. İğneyi kendime batırıyorum. Daha senin (içinde sadece ilaç, küçük bir şişe su, bir iki paket kuru gıda olan) bir deprem çantan bile yok.

Yalnızca benim mi?

Okumuş yazan 20 arkadaşıma sordum. Deprem çantamız falan yok dediler.

İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgalcilere karşı sabotajlar düzenleyerek silahlı mücadele veren Fransız direnişçiler kaçmaları imkansız hale geldiğinde yakalarının altlarında taşıdıkları siyanürlü kesme şekerlerini ağızlarına atıp intihar ederlermiş. Almanlar öylesine ağır işkenceler yapıyorlarmış ki, konuşturmadan öldürmüyorlarmış.

Bu yöntem hakkında bir kuşak büyüğüm bir gazeteci ağabeyimle konuşuyordum “valla en güzeli bu” dedi: Bir an önce ölmek!

Tatbikatını bile beceremediğimiz bir felaketin kendisiyle nasıl başa çıkabiliriz ki?

Bu yüzden akıllara Fransız direnişçiler geliyor:

Deprem şekeri şart!