Bütün bu iç karartıcı tabloya rağmen ülkenin gülen yüzü sizlersiniz. En temel anayasal haklardan olan gösteri hakkını kullananlardan olduğunuz için yaşamlarınız çalındı. Sizler, geride kalanlara gözdağı vermek amacı ile günah keçisi seçildiniz. Ne yazık ki “emirin demiri kestiği” hukuk anlayışı ile günlük yaşamdan kopartıldınız

Dışarıdan içeriye mektuplar: Aydına, aydınlığa tahammülleri yok
Çizim: Murat Başol

M. Canan Arın - Avukat

Sevgili içeridekiler, 

Sizlere dışarıdan güzel haberler vermek isterdim ama ne yazık ki yok. 

Bu yazıyı 8 Mart’ta yazıyorum. Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Bu “emekçi kadın” sözcüğüne çok takılıyorum çünkü bütün kadınlar “emekçi”dir. Hem de dünyanın en ağır işini yapan emekçileri… Ev işi, hiçbir geliştirici yanı olmayan her gün aynı şeyleri tekrarladığın bir ömür törpüsü. Tıpkı Sisyphos efsanesi misali taşı dağın tepesine çıkartıp ertesi sabah tekrar dağın eteğinde bulmak gibi… 

Ancak bu hükûmet, topsuz tüfeksiz kadınlardan, kadın direnişinden o kadar korkuyor ki ne kadar polisi, çevik kuvveti varsa kadınların üstüne salıyor, metroları kapatıyor, yolları bloke ediyor. 

Zaten kadın cinayetlerini desteklemek üzere hukuka aykırı olarak bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiler, sonra da kadınlar çiçektir, böcektir edebiyatı yapıyorlar. 

Hâlâ kadını “mal” olarak gören, zekâ fıkdanına uğramış biri, bir ara, yalnız yaşayan kadınlara “sahip” aramaya kalktı! 

Arakasından “anneliği” kutsayan demeçler geldi. Bütün bunlar kadını insan, yurttaş olarak kabul etmemenin tezahürleri. 

Gençliğimizde güzel, demokratik bir Türkiye gerçekleştirmeyi hayal etmiştik ama gün günden kötü geldi. Süleyman Demirel’e karşıydık ancak onu mumla arar olduk. Süleyman Demirel gerçek bir üniversite mezunuydu, okuma yazması vardı ve çok kitap okuyordu, o nedenle direnişlerde, protesto yürüyüşlerinde “yollar yürümekle aşınmaz” diyebiliyordu. 

Gezi gibi muhteşem, medeni bir direnişi iktidarına tehdit olarak algılamak, okuma yazması olmayan, kör cahillerin davranış biçimidir. Eğer bu subaplar olmasa toplumun tıpkı düdüklü tencere gibi, patlayacağını bilmek,  okuma yazmayı bilmekle ilgilidir. 

Halkından bu kadar korkan, gideceği yere doksan korumayla giden kişi ancak bir Ortadoğu diktatörü olabilir. 

Geçenlerde Sevgi Soysal’ın yaşamını anlatan çok güzel bir oyun gördüm. Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. yılında onu hapse atıyorlar, 100. yılında da sizler içeridesiniz. Bu ülkenin “derin devlet”inin aydınlara, aydınlığa tahammülü yok. O nedenle bağımsız kafalar yetiştirecek “eğitim sistemi” de yok. 

Bizler galiba daha şanslı bir kuşaktık. Lisede, sosyoloji, felsefe, dinler tarihi çok tanrılı dinlerin tek tanrılı dinlere geçişi falan okumuştuk. Bugün neler okuttuklarını bilmiyorum ama Türkçe bile öğretemiyorlar. -Ke ve -Ka sesleri arasındaki farkları Devlet Tiyatrosu oyuncuları bile bilmiyor ve örneğin ikameti yanlış telaffuz ediyorlar. 

Bütün bu iç karartıcı tabloya rağmen ülkenin gülen yüzü sizlersiniz. Direnmeyi bilen yurttaş olmanın bilincindeki sizler… 

En temel Anayasal haklardan olan gösteri hakkını kullananlardan olduğunuz için yaşamlarınız çalındı. Sizler, geride kalanlara gözdağı vermek amacı ile günah keçisi seçildiniz. 

Ne yazık ki “emirin demiri kestiği” hukuk anlayışı ile günlük yaşamdan kopartıldınız. Bir hukukçu olarak hakkınızda bu kararları verenlerin “Hukuk Fakültesi” adı altında nerelerden mezun olduklarını merak ediyorum. Hiç mi Anayasa hukuku, kamu hukuku ve sosyoloji okumamışlar? 

Geceleri yastığa başlarını nasıl koyuyorlar, nasıl uyuyabiliyorlar? Yarın öbür gün devran değişir de aynı şey onların da başına gelirse bugün kullanmadıkları hukuktan yararlanmak için ortalığı ayağa kaldırırlar. 

Bu kadar kötümser bir tablodan sonra “vah vah çok üzüldük iyi ki içerideyiz, gelin sizi biz kurtaralım” noktasına gelmediğinizi umarım. Ne yazık ki dışarıda da durumlar kötü. 

Biraz da yüzünüzü güldürecek bir fıkra anlatayım. Bir ülkenin diktatörü ölür. Ahiretin kapısında kendisini karşılayan melek: “Hoş geldiniz, siz bilmem kaçıncı ölüsünüz ve seçme hakkınız var. Şimdi size cenneti ve cehennemi göstereceğim, hangisini seçerseniz oraya gideceksiniz” der. Önce cehenneme giderler, kendisinden önceki diktatör heveslileri golf oynuyorlar, yiyorlar, içiyorlar, keyifleri çok yerinde. Bizim taze ölü “Tamam” diyor “Burada kalacağım”, melek itiraz ediyor ve cenneti de gösteriyor. Oradakiler kendi hallerinde büyük bir huzur içindeler. Seçme hakkı olan ölü “Tamam” diyor “Cehennemi seçiyorum”. Tekrar cehenneme gidiyorlar ki herkes kazanlar içinde kaynıyor, işkencenin bini bir para. “Bana başlangıçta gösterdiğiniz yer böyle değildi” diyor. “O, seçim propagandasıydı” cevabını alıyor. 

Hepinize direnişiniz için çok teşekkür ediyorum ve kucak dolusu sevgiler yolluyorum.