Şüphesiz Gezi iktidarın riyakâr yönetim biçiminin aynası olmuştur. Yurttaşların kendi mikro alanlarında yarattıkları demokrasi bilincinin yansımasıdır parklar. Gezi halkların bir arada, kardeşçe, eşitçe ve özgürce yaşam talebiydi

Dışarıdan içeriye mektuplar: Gezi’ye, can arkadaşlarımıza selam
Çizim: Murat Başol

Meral Danış Beştaş - Yeşil ve Sol Parti Milletvekili

On yıl önce ülke halklarının haklı taleplerinin destansı dile getirilişine sahne olmuştu coğrafyamız bu kez. Gezi halkların eşitlik, özgürlük, barış ve kardeşlik savunusuydu. Binyıllardır halklarca ilmek ilmek örülen bir arada yaşamın, eksiksiz bir biçimde yeniden inşası talebi idi. Hukukun üstünlüğünün kabulü çerçevesinde; düşünceler cezaevine hapsedilmeden, kimliklerimizle, varoluşumuzdan gelen öznelliklerimizle barış içinde ve eşitlik temelinde yaşam elbette mümkün.

Kuşkusuz Gezi bir anda olmadı…

İktidarın halka yönelik yoğun baskısı, halkı yok sayan tutumu dünya kamuoyunun da gündemindeydi. Evet, herkesin de bildiği gibi AB’ye tam üyelik, daha fazla özgürlük, yargıda askeri vesayetin kalkacağı, ekonomik refah gibi kendince yeni bir düsturla gelen AKP; aslında kendinden önce başlamış olan ekonomik reformlar ile Avrupa Birliğine giriş sürecini, kendisinin mütemmim cüz’ü olarak gösteren kampanyası ile bazı gömlekleri çıkarıp bazılarını giymek suretiyle, sahnelerde yeni yerini almıştı.  

Bu yeni kıyafeti giyerek demokrasiyi salt söylemde bırakan iktidar; AB uyum yasaları ile ülke gündemine soktuğu kısa süreli demokratikleşme hamlelerinden, hızla geri dönüş yapma kıvraklığına sahipti. Bir yandan Anayasa’nın illaki değişmesi ve hepimizin özgürleşeceği muştuları verilirken diğer yanda güvenlikçi politikalar hız kazanıyor, Terörle Mücadele Kanunu yeniden tedavüle sokulup polise verilen yetkiler artıyordu. Ceza yasalarında yapılan olumlu değişiklikler; yargı paketleri, torba yasalar gibi AKP işi yöntemlerle çabucak terse döndürülüyordu. 

Basına otosansür, ardından sansür,  öğrenci eylemlerine ağır müdahaleler, halkı kutuplaştıran ve ötekileştiren ayrımcı dil; iktidarın saiklerinin dışavurumunu yansıtıyordu. 
Haksızlıklar, düşünceleri nedeniyle cezaevinde tutulan onbinlerin varlığı, uygulanmayan yasalar, değiştirilen mevzuatın yarattığı eşitsizlik, istismar vakalarındaki artış, çözümsüz bırakılan erkek şiddeti, yönetilemeyen ekonomi, yaşam tarzlarına aşırı müdahale iktidarın fikriyatının sadece görünen yüzüydü… İçeriği, yaşadığımız acı olaylarla sabitti. Roboski’nin acısı daha yepyeniydi. Geçmişteki katliamları anıp müsebbiplerini tarih önünde yargılayacağım diyen iktidar, bambaşka katliamları yaratmış, büyütmüş, kanatmıştır. 

***

Şüphesiz Gezi iktidarın riyakâr yönetim biçiminin aynası olmuştur. Yurttaşların kendi mikro alanlarında yarattıkları demokrasi bilincinin yansımasıdır parklar. Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası inşasına dair idari yargının verdiği yürütmeyi durdurma kararının itiraz üzerine iptali yönündeki karar, hukuk devleti ilkesinden verilen tavizlerden birisidir. Verilen bu kararın hukuk dışı oluşu tartışmasızdır. Ötesinde halkın o alanın park olarak kalması talebinin yok sayılması, halkın bizatihi kendisinin yok sayılmasıdır. Ve insanlar bizler varız, bizler bu topraklarda özgür ve eşit yaşam hakkına sahibiz dedi. Evet, Gezi halkların bir arada, kardeşçe, eşitçe ve özgürce yaşam talebiydi. 

Bin yıllardır bu topraklar üzerinde, gelmiş geçmiş tüm iktidarların baskı ve zulmü karşısında, kardeşliği, eşitliği ören ve umudu her daim diri tutan insanların daha iyi bir yaşam talebi “Gezi”de vücut buldu. Böylesi haklı ve son derece insani taleplerin karşılığı ise; Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater ve Osman Kavala için haksız bir iddianame ve sonrasında cezalandırma kararı oldu. Bu iddianamenin ve kararın hukuk garabeti olduğu nettir! Oysa Gezi, milyonların ortak sesiydi; sadece haksız ve hukuksuz yere cezaevinde tutulanların değil! İktidar milyonlarca insana kendince gözdağı veriyor ama geziyi savunanlar bugün de aynı itirazların sahibi olmaya devam ediyor.

***

Osman Kavala hakkında verilen AİHM kararları Gezi Davasının kurmaca bir dava olduğunun altını defalarca çizmiştir. Bu kararları uygulamayan iktidar ise, bu ülkeye reva gördüğü hukuksuzluğun altını çizmektedir. Ancak hukuk herkese lazım! Bu hatırlatmayı ne yazık ki, iktidara her dönem hatırlattık; hatırlatmaya devam edeceğiz! Ve Gezi’nin iktidarın yarattığı bir canavar olmadığını; Gezi’nin hak savunusu olduğunu, Gezi’nin umut olduğunu, Gezi’nin barış ve adalet adına taleplerin dile getirilmesi olduğunu anlatmaya devam edeceğiz. Gazla, copla, tazyikli suyla, mermiyle saldıran polisin karşısında ellerinde gül olan insanlardan bir canavar yaratamazsınız, yaratamayacaksınız. 

Gezi’den bu yana, Gezi’den önce, Gezi’den sonra ve Gezi anlarında da çokça badire atlattık. Gezi’de kol kola yürüyen Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım artık aramızda yok. Çokça canlar yitirdik, Ankara Garı’nda, Suruç’ta, Soma’da, Aladağ’da, Sur sokaklarında, Cizre bodrumlarında, ablukalarda… Depremlerde, yangınlarda, sellerde… Nice canlar yitirdik, kavrulduk acıdan belki ama yitirmedik umudu! Çünkü Gezi bir umuttu ve bu topraklara bir aşı yaptı. Neydi o aşı? Geleceğimizi, özgürlüğümüzün ve ne olursa olsun öreceğimiz yeni yaşamın bizim ellerimizden yükseleceği bilinci idi!

İşte iktidar Can Atalay ile ilgili verilen son tebliğname ile bu aşının tutmamasını umuyor. Bu arada, evet, “Yargıtay” demedim, farkındayım çünkü bu tebliğnamenin ruhu Saray’dan çıkmış belli ki. Hukuki bir metin olmaktan, hatta tebliğname olmaktan uzak, rövanşist bir metin söz konusu. Fakat halkın talepleri rövanşist bir yaklaşıma kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir. Ve elbette barış, eşitlik, özgürlük ve adalet gibi en temel insancıl talepler, kötü yönetim ve keyfiyet karşısında tarihte haklı yerini edinecektir. Buradan Gezi’ye selam olsun. Selam olsun can arkadaşlarımıza…