Dışarıdan içeriye mektuplar: Yazlık bir tatil beldesinden hapishanedeki dostlara mektup
Çizim: Fahrettin Engin Erdoğan

Akın Atalay – Avukat 

Sevgili dostlar Mücella, Osman, Can, Tayfun, Çiğdem, Hakan ve Mine gönül sesiyle, hüzünlü ama aynı zamanda umutlu bir seslenişle hepinize kallavi bir merhaba. 

Benim de içinde olduğum birçok insana yaşatılan hapishane ve zulüm macerasını yaşamaya şimdilerde siz devam ediyorsunuz. Biz, o kötü maceraya ara vereli oluyor bir beş yıl kadar.

Cumhuriyet gazetesi davası olarak bilinen yargılamada 18 ay tutuklu kaldıktan sonra bir 25 Nisan günü (2018) tahliye edilmiştim, aradan dört yıl geçtikten sonra yine bir 25 Nisan günü (2022), bu defa Osman’ın haricindeki diğer altı kişi, sizler hapishaneye konuldunuz. Tesadüfe bakın ki, Can, Tayfun ve Hakan bizim boşalttığımız hücreye yerleştirildi. Avukat olarak cezaevine ziyarete gittiğimde, yatağımı Tayfun’un devraldığını öğrenmiştim. Epey oldu, görüşe gelemeyeli, hala aynı yerdesiniz sanıyorum. İlk başlarda, kaç m2’lik bir hücrede tutulduğumuzu, gündüz saatlerinde, yüksek duvarlarla çevrili, gökyüzüne doğrudan bakamamamız için üstü tel örgüyle çevrili kaç m2’lik bir beton avluya çıkabildiğimizi hesaplardık. Bunun için yerlere döşeli taşların sayısını sayar, hücrenin içini de beton avluyu da boydan boya adımlardık. Hepi topu 7-8 adımdan sonra soğuk duvara toslardık. Ziyaret gününü dört gözle bekler, acaba yarın görüşümüze gelecek avukat dostlarımız olacak mı? Kimler gelir acaba diye düşünürdük gece uykuya dalmadan önce. Hapishanedeki insanın en önemli sorunu yeme, içme, üşüme, endişe, belirsizlik, özgürlük yoksunluğu, mahrumiyet, tecrit değildir, en önemli ihtiyacı insan sıcaklığını hissetmektir, arkasında duran, durması gerekenlerin sesi, soluğu, dokunuşunu görmek, duymak, yaşamaktır. Kendi iradesi ve azminin dışında insanı dimdik ayakta tutan en önemli ve değerli şey budur. Bu nedenle, size yazdığım bu mektup vesilesiyle, başkaca okuyan dostlar olduğunu bilerek, onlara da -kendi özel sebeplerimden dolayı bu görevini yeteri kadar yerine getirememiş olmanın mahcubiyetiyle de olsa- seslenmiş olmak istedim: Dostlarımızı yalnız bırakmayalım. 

***

Artık kötü bir macera olmaktan çoktan çıkıp, bir adaletsizlik ve vicdansızlık sembolüne, bir insanlık ve yargı trajedisine dönüşen Osman’ın durumu malum. Onu içeri attıklarında, biz de içerideydik, karşımızdaki koridorda ve bizim kaldığımız hücrenin hemen çaprazındaki tek kişilik hücreye konulmuştu. Avluya çıktığımızda, demir kapının altındaki birkaç santimlik aralığa eğilerek bağırmak suretiyle konuşmaya çalışırdık. Hiç unutmam, ilk duruşmamızda içimizden bir arkadaşımız tahliye edilince, tahliye edilen arkadaşımızdan boşalan yer için Osman’la onun da bizim hücreye taşınmasını konuşmuştuk. Sonrasında, yakın bir gelecekte bizim de tahliye edilebileceğimiz, bu durumda üç kişilik hücrede, hiç tanımadığı başka insanlarla birlikte kalmak durumunda olabileceği öngörüsüyle bu transfer düşüncesinden vazgeçmiştik. O öngörümüz 5-6 ay sonra gerçekleşti, biz tahliye edileli beş yıl oldu, Osman hala hapiste… Ne desem anlatamam hissettiğimi, kelimeler gerçekten de kifayetsiz kalır. 

Canım Mücella ile Susurluk çetesi sürecinde, aydınlık için bir dakika karanlık eylemlerinde gece gündüz ne çok birlikte mesai yaptık, devlet içine yuvalanmış katil çete mensuplarının yargılanması için çaba harcadık, o günlerdeki siyasi iktidar sahipleri de “mum söndü oyunu oynuyorlar” diye tepki gösteriyordu. Ama hukuk, adalet arayanları, devletin çetelerden, suç örgütlerinden arınmasını, yargının işlemesini, üstüne düşeni yapmasını talep etmeyi cezalandırmak kimsenin haddi değildi o zamanlar. En çok failleri koruyorlardı, güçleri ona yetiyordu. O günlerden bugünlere geldik, artık çocuklarımızın daha güzel bir dünyada, sağlıklı bir çevrede yaşaması için, adaletli bir toplum için mücadele edenleri hapse atıyorlar. Mücella’lar olmasa çok daha kötü bir dünyada yaşayacağız, onların yüzü suyu hürmetine birazcık nefes almaya devam edebiliyoruz. 

Soyadıdaşım, meslektaşım, uzun yol arkadaşım, can dostum, birlikte birçok yargılamada savunmanlık yaptığımız Can da şimdi benim yattığım hücrede. 18 ay boyunca sayısız kez beni hapishanede ziyaret etti, yalnız bırakmadı. Ben onun kadar vefalı olamadım, şimdi bazı kronik sağlık sorunları nedeniyle bir yazlık beldeden, uzaktan bu satırları yazıyorum mahcubiyetle… Dört yaşında bir torunum var onun da ilk adı Can. Torunum her gün yanımda burada, ona seslendikçe sevgili Can’ı ne kadar özlediğimi anımsıyorum sürekli. 

***

Sevgili Çiğdem hem kızımın, hem karımın, hem benim arkadaşım. Hepimiz özlüyoruz onu. İyilik diliyoruz, sımsıcak dostluk duygularımızı yolluyoruz ona, yakında bu çilenin, bu zulmün biteceğini umuyoruz. Hukuka direnenlerin, adaletsizliğe kol kanat gerenlerin, bir yargı görevlisi gibi değil de siyasi bir infaz görevlisi gibi davrananların yarattığı zulümden utanıyorum bir hukukçu olarak. 

Sevgili Tayfun, Hakan ve Mine ile hapishaneye girdikten sonra ziyaret ederek tanıştık, nasıl bir haksızlık, hukuksuzluk ise bu kötü macerayı yaşıyor olmalarının hissemize düşen sorumluluk payından utanarak sevgiyle, saygıyla, duruşlarına gıptayla selamlıyorum onları da… 

Biliyorsunuz, hapishane nöbeti bizim ülkedeki gibi yönetimlerde hep katillere, dolandırıcılara, uyuşturucu tacirlerine, … suçlulara, zalimlere, kötülere tutturulmuyor maalesef. Hatta bizim ülkemizde iktidar sahipleri, toplum adına iyi ve güzeli arayanları, savunanları, bir adım öne çıkıp sorumluluk üstlenenleri cezalandırmak için gerçekten suç işleyenleri, insan öldürenleri, dolandırıcıları, rüşvet alanları, gaspçıları, mafya mensuplarını, çocuk istismarcılarını sık sık çıkardıkları afla özgür bırakıp, boş kalan hapishane nöbetini genellikle sizler gibi iyi insanlara yüklüyor. 

***

Dışarıdan içeriye gazete sütunlarından yayınlanmış bolca mektup almış biri olarak şimdi benim dışarıdan içeriye mektup yazıyor olmamdaki tuhaf duyguyu bu mektuba yansıtamam. Ama şunu söyleyebilirim, umut hiç tükenmemeli, çok uzakta değil özgürlük. Sizin davanın neticesi çoktan belli oldu. Yargı süreci konusunda nihai sözü söyleme yetkisi tanınmış olan AİHM, bu davanın hukuken kabul edilebilir olmadığını çoktan söyledi. Peki, o halde şimdi yapılan nedir, neden böyle yapıyorlar sorusunun çengeli, sizi içerde tutan yargı görevlilerinin boynunda ağır bir yük olarak duruyor. Onlar da biliyor ki, sizler masumsunuz, cezalandırılacak değil, tersine ödüllendirilecek bir davranış gösterdiniz. Ama işte, iktidar öyle istiyor diye sizleri tutabildiği kadar içeride tutmayı bir “ekmek parası”,,. bir koltuk ve makam sahibi olma, “terfi etme”  hevesi, hırsı ve saplantısı olarak sürdürüyorlar. Oysa insan onuruyla insandır, tıpkı sizin gibi. 

Yakında özgürlükte buluşmak dileğiyle hepinize pek çok sevgi ve selam gönderiyorum.