Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitabı Eylül başında raflardaki yerini aldı. Onca yoğun işleri içinde zaman ayırıp kitap yazmayı başardığı için kutlanması gerekiyor.

Erdoğan tanıtım yazısında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş değişmez üyesinin uluslararası düzeyde mutlak karar alıcı olmalarını eleştirerek şöyle diyor: “Sadece beş ülkenin bütün dünyanın kaderini etkileyecek konularda karar vermesi ne ahlaki ne adildir. Dünya beş ülkeden büyüktür.”

Küresel düzlemde çok güçlü ve kararlı bir biçimde “ahlak ve adalet” isteği hiç kuşkusuz çok olumlu ve değerlidir. Dünya gerçekten de “beşten büyüktür”.

Ancak, unutulmaması gereken bir gerçek daha var: Türkiye de “bir” den büyüktür; hem de çok çok büyüktür. Olağanüstü güç koşullarda verdiği ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı sonrası kurduğu Cumhuriyeti, gerçekleştirdiği çağdaşlaşma değerleri, oluşturduğu üretim gücü ve yaşadığı büyük olumsuzluklar karşısında son derece dirençli 84 milyon insanı ile bu ülke, bir kişinin tek başına yönetemediği ve yönetemeyeceği kadar büyüktür.

AH AHLAK!

Günümüzde demokratik ülkelerin ekonomi yönetimlerinin en temel ilkesi kamu yönetiminin değişik sermaye kesimlerine eşit uzaklıkta durmasıdır.
Kapitalizmin işleyişinin temeli olan ve dinsel bir yönü de bulunan bu ilke ekonominin ahlak tarafını tamamlar. Bu ilke ile kamu yönetimi rüşvet ve yolsuzluklardan uzak tutulur.

Ülkemizde çok önemli bir Cumhuriyet değeri olarak 1950’lere dek özenle izlenen sermayeye eşit uzaklık ilkesinin, yıllardır, adından söz edilmiyor. Kamu ihaleleri başta ünlü beşli olmak üzere belli kişilere veriliyor; adı yolsuzluklara karışan bakanlar, cezalandırılmaları bir tarafa, ödüllendiriliyor. İktidar, belediyeleri bile kendisinden olan-olmayan diye ayırıyor. Ülke yönetiminin rüşvet ve yolsuzluk batağına düştüğü iddiaları ve bunun iç ve dış zararları ve yıkıcı yankıları “arşı alaya” çıkıyor.

Toplumsal ahlak açısından daha da yıkıcı olan, Diyanet İşleri Başkanı’nın rüşvet ve yolsuzluklar konusundaki asla bağışlanamaz suskunluğudur. Her geçen gün ülke yönetiminde etkisi biraz daha artan, iktidara, faiz, zekât ve halktan yardım toplanması gibi konularda fetvalarıyla destek olan; dahası, iktidarın ağzıyla sanal iletişimde, üstelik “ bir an önce” düzenleme yapılmasını isteyen Diyanet İşleri Başkanı, en kutsal görevlerinden biri olan ahlakın güçlenmesi, erdemin yerleşmesi konusunda ağzını açmıyor.

ADİL DÜNYA DÜZENİ

Başkan Erdoğan, haklı olarak, “daha adil” bir dünya düzeni istiyor. Adil düzenin iki dayanağı var; eşitlik ve hukuk. Ülkeler arasında eşitlikten söz edebilmeniz ve sözlerinizin etkili olabilmesi için, önce kendi toplumunuzda olabildiğince eşitlikçi olmalısınız.

Bugün Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de eşitlikten eser yoktur. Her şeyden önce Başkan Erdoğan, kendisini, AKP Genel Başkanı olarak davrandığı sırada da siyasi rakipleriyle eşit görmüyor, örneğin ortak bir TV yayınına çıkmıyor. Ek olarak Erdoğan’ın demokrasinin dördüncü gücü olan basın-yayında devlet gücünü de kullanarak “yandaş” ve kendisine körü körüne “bağlılar” oluşturarak, gerek kuruluşlara gerekse kişilere eşit davranmıyor.

Yargının bağımsızlığını çoktan geçtik; kamuda işe almalarda ve görevlendirmelerde de “yandaş seçen” Erdoğan yönetimi o kadar dağınık ki, milyonlarca gencin, çok kalitesiz de olsa, üniversite öğrencisi olmasını sağlıyor; ancak onların çok büyük bölümünü öğrencilikleri sırasında “yurtsuz” mezuniyetlerinden sonra da “işsiz” bırakıyor.

Son olarak, uzun yıllardır barışa hasret olan bu toplumu tek başına yöneten Başkan Erdoğan, nasılsa kitabında dünya barışından söz ediyor.

Türkiye, bir asırdan fazla bir süre önce, son yıllarda iktidar tarafından göklere çıkarılan Padişah II. Abdülhamit’in baskıcı, karanlık döneminde Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi özgürlük istemeyi bilenlerin ülkesidir. Vali de olan büyük şair Ziya Paşa (1821-1880) bugünleri şöyle anlatıyor:

Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamât

Bin türlü teseyyüp (kayıtsızlık, duyarsızlık) bulunur hanelerinde!