Eleştiri içeriye yapılır mücadele dışarıya

HÜLYA KÜPÇÜOĞLU

Çağdaş sanat günümüzün yıldızı. Dünya tarihinde olmadığı kadarıyla büyük paraların dolaştığı elestiri-iceriye-yapilir-mucadele-disariya-54525-1.bir ucu Dubai şeyhlerine uzanan bir küresel ağ aynı zamanda. Masanın üzerinde duran bir kül tablası ummadığınız anda bir sanat yapıtı olabilir dikkat edin. Seven de var sevmeyen de... Ne var bunu ben de yaparım diyen de... Sanatatak.com yazarı eleştirmen Ali Şimşek ile son kitabı Kriz ve Kritik dolayısıyla çağdaş sanatı ve krizini konuştuk.

Öncelikle kitabın oluşum hikayesini anlatabilir misiniz?

Kriz ve Kritik kitabı son 5 yılda yazdığım, birçoğu tartışma yaratmış yazılardan oluşuyor. İsmini sanatatak'a yazdığım kısaltmadan, Kriztik köşesinden alıyor. Kritik yani eleştiri kavramının Yunanca soyağacı krizden geliyor. Bu anlamda eğer kriz varsa eleştiri de var. Eleştirinin verimliliği bu krizi görmesinden, kuşatmasından ve yorumlamasından geliyor.

Evet 1920'lerden itibaren öncelikle sanat kendini tam da bu kriz üzerinden tanımlıyor. Avangart hareketler ve modernizmin neredeyse gıdası oluyor kriz. Fakat benim yoğunlaştığım yer 1990 sonrası Contemporary denilen, bizde çağdaş-güncel sanat olarak adlandırılan yordamlar ve anlayışlar. Biliyorsunuz bu alan daha önce tarihte görülmediği kadarıyla sermayeye eklemlenmiş küresel bir olgu. Çağdaş sanat sokaktaki insan için çoğu zaman “bunu ben de yaparım” ya da “bunun neresi sanat” tepkisiyle tanımlanıyor. Kastettiğim resim, heykel gibi konvansiyanel alanların dışında videoart, performans, enstalasyon, hazır nesneler ve dijital süreçlere uzanan geniş bir alan çağdaş sanat. Bugün hem bienallerin hem de küresel burjuvazinin temel ilgi alanı; büyük paraların döndüğü bir “aklama” aracı aynı zamanda. Fuarlar bunun en büyük pazarı. Üstelik contemporary sömürgeci bir yapıya sahip, yani diğer alanlara yaşama şansı bırakmayan bir özellik gösteriyor. Ayrıca bugün kentsel dönüşüm dolayısıyla daha sık adını duyduğumuz “soylulaştırma” süreçlerine de ivme kazandıran bir seçkincilikle malul. Ben elbette güncel sanatın kendisine karşı değilim. Contemporary 1910'lardan itibaren içine girdiğimiz bir çok yordamı kullanıyor zaten. Kolaj, montaj, hazır nesne, pop anlayış, ekspresyonizm, kübizm ya da fovizm gibi... Bunlar demokratikleşmiş yapma biçimleri.

Oysa güncel sanatta modernizmin trajik olana ya da lirik olana yaklaşımından eser yok. Tam tersi buraları da parodileştiren bir inançsızlığa sahip. Matlaşmış, düz bir algı talep ediyor çoğu zaman. Ben kitaptaki temel makalelerden olan “Çaresizlik Stratejileri” ile bu yordamların neo liberalizm ve burjuvazinin algısıyla örtüşmesini kurcalamaya çalıştım örneğin. Bir de temel sorun güncel sanatın temel anlamında kavram ve text-metin ağırlıklı işlemesindeki sorunlara değinmeye uğraştım. Güncel sanat yapıtları söylemsiz var olamıyorlar çoğu zaman. Hemen her şey bu söyleme hizmet eder hale geliyor. Bir sergi dolaşma “ne anlatıyor?” sorularıyla devam ediyor. Bir anlam terörü yaratıyorlar.

Şimdiye kadar birçok yerde yazılar yazdınız ve devam ediyorsunuz. Kitaptaki yazı seçkisini neye göre derlediniz?

Seçkiyi hazırlarken birbirini tamamlayan ve hazırlayan yazılara öncelik verdim. Zaten ne yazarsam yazayım ben de mesele bazı ana noktalarda düğümleniyor. Bunlar temel bir yordam olarak ironi ve sinizm. Aslında bütün yazılar ve söyleşiler okunduğunda bütünlüklü bir kitap okumuş olacaklar. Örneğin Ressamlığın Sonu makalesi, Bohemin Sonu makalesinden ya da Yeni Soğuk Estetik veya Sanatçı Burjuva olursa makalesine kopmaz bir şekilde bağlı. Zaten kitap yapma fikri buradan çıktı. Bu yazılar net ortamında bölük pörçük okunuyor. Açıkçası bu önemli yazıları web denizinin güvensizliğine bırakamazdım. Tabii okuyucudan gelen talepler de motive etti beni.

Kitaptaki sunuş yazınızda da belirttiğiniz üzere politika sanatın en önemli konusu haline geldi. Eğer bir çizelge ile düşünecek olursak, politik sanatın Türkiye’de sürekli bir yükselişte olduğunu düşünenler var. Eğer öyle ise, siz bunu neye bağlıyorsunuz?

İşin kritik noktalarından biri de burası işte: Politika. Güncel sanat kavram ağırlıklı çalışıyor demiştim ağırlıklı olarak. İşte text'in en büyük malzemesi politika. Neredeyse pratik politikayı ikame eden bir politika enflasyonu var. Hemen her şey politikleştiriliyor. Ama text olarak. Burası sinik bir nokta. Bir de bu politik olma sınıf üzerinden değil, daha çok küreselleşmeci sol liberal ideolojinin kimlik, fark, ötekilik ve kültürelciliği üzerinden işliyor. Bu bir tarafıyla Walter Benjamin'in 1930'larda Faşizm dolayısıyla bizi uyardığı politikanın estetik hale gelmesiyle de ilgili. Estetize edilmiş bir politiklik ya da benim deyimimle “apolitik politiklik”. İstisnalar ve sarsıcı örnekler ve sanatçılar var elbette. Ben daha çok hakim yordam ve eğilimlerden söz ediyorum. Hiçbir politik faaliyeti olmayan bir sanatçı, bakıyorsunuz yapıtlarında fazlasıyla politik...Jestüel hale gelmiş bir politika bu... İşte toplumsal cinsiyet ve ötekilik üzerinden yürüyen, ya da azınlık kimliklerine duyarlı bir jestüellik gibi.

Örneğin bienaller bütün küresel sermaye bağlarına rağmen çok rahat Brecht ve Marx'ı konseptleri yapabiliyorlar.

Dünya sanatı 1917 yılında kriz yaşadıysa, Türkiye’de sanat kaç yılından beri kriz yaşıyor sizce?

Duchamp 1917'de sıradan bir gündelik nesneyi, bir pisuraı R. Mutt imzasıyla bir sergiye götürdüğü zaman başlayan bir kriz bu. Sanatçının imzası dışında hiçbir katkısı olmayan herhangi bir nesne sanat yapıtı olabilir mi? Duchamp aslında bir yapıt değil “kavram” yaratmıştı. Ne sanat, ne sanat değil, müze ne, galeri ne gibi... Ya da sanatçının imzası her hangi bir şeyi sanat yapıtı yapabilir mi sorusu gibi... Bu kriz çözülmüş görünüyor... Bugün text eklenebildiği sürece her şey sanat alanına girebiliyor. Bu bir tarafıyla avangardın açmazına da denk geliyor. Hayat ile sanat arasındaki kopukluğu gidermeye çalışan bir anlayıştan. Bizzat gündelik hayatın “yüksek sanat” yontulduğu bir anlayışa geçildi. Güncel sanat buluntu nesne, belge enflasyonu, kişisel biyografi ve kavram seliyle üzerimize üşüşüyor çoğu zaman. Kavram ağırlıklı olmak eli, zanaatı ve de malzemeye “ihtimam göstermeyi” geri plana atıyor. Cool, soğuk bir mesafe talep ediyor izleyenden. Entelektüel olarak onu ezmeye çalışıyor bazen. Temel insani duygulanımlardan çoşku, lirik tahayyül ve duygusallığı matlaştırıyor.

Yani güncel sanat bizzat krizin kendisini sanata dönüştürmüş durumda. Unutmalayalım tabii, Duchamp'ın Pisuar'ı da bugün Newyork MOMA'nın en paha biçilmez yapıtları arasında. Mona Lisa kadar ünlü. Bu da bir paradoks.

Sizce düz anlamda, Contemporary’nin Türkiye’de yaşadığı en büyük kriz ya da krizler nelerdir?

Dünyadaki örnekler bakıldığında, bizde güncel sanat daha kolaycı ve kavramsal yönelimlere sahip. Politik dozu dolayısyla sinizmi de yüksek. Malzeme ile daha az haşır neşir. Bir nevi “kuş kondurma” ve tek düzeleşme var. Benzer işler, sıkıcılık, kavramsal sırıtma hemen göze batıyor. Tabii iyi örnekler ve istisnaları dışarıda bırakıyorum. Cazibeden dolayı, bir çok iyi sanatçı zorla güncel sanat yapmaya çalışıyor.

Tracey Emin’in 1999 yılında yaptığı çalışma ile sanat başka bir döneme geçti ise, Türk çağdaş resim sanatını düşündüğümüzde biz de başka bir evrede miyiz şu an?

Tracey Emin'in yaygınlaştırdığı neydi? Öncelikler “yeni narsizm” içinde değerlendirebileceğimiz. İtiraf ve ifşaa stratejileriydi. Biraz önce sevişilmiş dağınık bir odanın, kişisel eşyaların, tarihsel bir dökümantasyon olacağı mitine dayanıyordu. Tracey'nin bu anlayışı neredeyse bir ifşaa ve dökümantasyon enflasyonu doğurdu. Hala da sıkıcılaşarak, bıkkınlık vererek devam ediyor. Türkiye'deki çağdaş sanat bu küresel yordamlardan ayrı değil. 2000'lerin başındaki Kürt sanatçıların durumu gibi özgüllükler var elbette.

Günümüzde sanat ve diğer alanlar çok iç içe geçtiği için, bazı eleştirmenler ‘Bildiğimiz anlamda sanat eleştirisinin bittiğini’ söylüyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sanat eleştirisi bana göre eleştirel teorinin bir parçası. Eğer bu eleştirel teori mirasını yorumlayamıyorsa ham bir olgusallık dökümünden öteye gidemez. Nedir eleştirel teori? Daha çok Diderot gibi 18. yüzyıl Aydınlanmasıyla ivmelenmiş ama daha çok Alman Romantizmi ve idealizmiyle perçinlenmiş; Kant, Fichte, Hegel, Nietzsche'den Marx'a ve Gramsci'ye uzun bir hat çizerek gelişen, 20. yüzyılda ise Frankfurt Okulu'ndan Fransız yapısalcılık ve sonrasına zengin bir hattan bahsediyorum. Tabii Platon ve Aristo'dan Sahte Dionysos'a antikiteyi ve klasikleri hatta İbni Arabi'yi içeren kocaman bir havuzla beraber. Elbette 1990 sonrası disiplinlerarası çalışan Kültürel Çalışmalar'ı da eklemek gerekiyor. Sadece bu değil elbette örneğin Lukacs'ın Roman Teorisi ya da karşılaştırmalı edebiyatın klasikleri Ian Watt ve Roland Barhes'i de eklemek lazım. Yani elbette Görme Biçimleri ve Sanatın Öyküsü önemli kitaplardır. Ama yetmez. Kısaca bu birikimin içinde devinen bir eleştirmen için ha sinema eleştirisi ha mimarlık ya da resim farketmez. Elbette alanın özgüllükleri var. Ama işleyen eleştirel teoridir. Örneğin ben Northrop Frye'nin bir edebiyat eleştirisi klasiği olan Eleştirinin Anatomisi kitabını okumayan bir eleştirmeni çok ciddiye almam. Yazılan eleştirini kuşatıcılığı bu zengin havuz ile mümkün. Öbür türlü bol dipnotlu kuru bir jargonculuğun ötesine geçilemez. Yani benim için eleştirel teori vardır; sanat eleştirisi buraya bağlıdır. Yorumlamanın gücü de...

Türkiye’de zaman zaman eleştirmen olmadığını dile getirenler oluyor. Sizce?

Bence bunun cevabı yukarıdaki cevapta gizli. Türkiye'de daha çok anaakım medya içinde yaşayan suya sabuna dokunmayan, risk almayan kültür profesyonellerini ben eleştirmen olarak değerlendirmiyorum. Başka bir iş yapıyorlar. Oysa Ali Artun, Zeynep Sayın, Özkan Eroğlu ya da Nilgün Yüksel gibi eleştirel teoriye dokunan yazarlar var. Bana göre eleştiri risk almaktır. Sevilmeyen sayının artması demektir. Bir de şunu söyleyeyim. Eleştiri içeriye yapılır, yani size yakın olanlara, dışarıya yapılana ise “mücadele” denir. Bu ayrımı iyi yapmak gerekiyor. Ne kadar sert olursa olsun bir yeri eleştiriyorsanız, oraya dönük bir yakınlığınız var demektir. En azından değiştirme isteği.