EMEP, Maraş merkezli depremlerin ardından bölgedeki gözlemlere ve bölgedekilerle yapılan görüşmelere dayalı raporunu paylaştı. Raporda ihmaller silsilesi gözler önüne serilirken hükümetin bölgedeki ‘mülküsüzleştirme’ politikasına dikkat çekildi. Raporda haberleşmede yaşanan problemlere dikkat çekilerek "Telefon ve internet bağlantılarında günlerce devam eden kesintiler, aynı zamanda açık bir suça dönüşmüştür” denildi.

Kaynak: HABER MERKEZİ
EMEP'ten deprem raporu: İnternet bağlantılarında devam eden kesintiler açık bir suça dönüşmüştür

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Emek Partisi (EMEP) tarafından hazırlanan bölgede yaşanan yıkımın ve sosyal, ekonomik ve politik durumun değerlendirildiği “Mülksüzleştirme, Sermaye Transferi ve Kentlerin Yeniden Talanı” başlıklı rapor, dün Taksim Hill Hotel’de kamuoyuyla paylaşıldı. Raporda ihmaller zinciri ve devletin deprem bölgesindeki “var olma şekli” ortaya konuldu.

Gazeteciler Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal’ın saha gözlemleri, bölge halkı, gönüllüler, gazeteciler, idari ve teknik görevlilerle görüşmeleriyle oluşturulan ve farklı kurumların raporlarından yararlanılan raporda bölgede devletin varlığı, müdahaleleri, planları, deprem sonrası yaşanan ihmaller zinciri, devletin hukuksuz şekilde mülksüzleştirme ve emek sömürüsü uygulamalarına ışık tutuluyor.

EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, depremde işlenen suçların hesabının sorulacağının altını çizerek şunları söyledi: “Deprem bir yas değil mücadele sorunu. İktidar rant sevdalısı olduğunu depremlerde bir kez daha gösterdi. Deprem, sınıfsal olarak tüm güçlerin turnusol kâğıdı oldu. Bu rapor sadece bugüne ve yarına not düşmek için hazırlanmadı. Başta İstanbul depremi olmak üzere kapıda olan depremler hakkında önemli uyarılar yapıyor. Bu sene 1 Mayıs, depremin ve yıkımlarının hesabının sorulduğu bir gün olacak.”

Akdeniz’in konuşmasının ardından Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal, rapora dair sunum yaptı. Antakya'daki mülksüzleştirmeyle ilgili konuşan Bahadır, "İlk gün yaşanılan kaygılar gerçekleşti. Mülksüzleştirmeyle ilgili alt yapılar oluşturulmuş durumda. İktidar coğrafyanın bir bölümüne özel bir hakimiyet alanı kurdu" dedi.

Yıkım yaşanan bölgelerdeki genel ve özgül ekonomik-politik ilişki ve çatışmalara, sınıf ilişki ve çatışmalarına, bunların deprem öncesinden başlayarak hâlihazırda ortaya çıkardığı ve çıkarması beklenebilecek sonuçlara odaklanan rapor iki kısımdan oluşuyor.

Raporda öne çıkan bulgular şu şekilde:

  • ‘Devlet’, genellikle üç ya da dördüncü günden itibaren, çoğunlukla da kolluk güçleriyle ortaya çıkmaya başlamıştır.
  • Devlet görünmeye başladığı andan itibaren dayanışma ağ ve merkezlerine AFAD adına el koymaya başlamıştır.
  • Depremzedeye haftalarca temiz su götürememenin, geçici barınma merkezlerini inşa edememenin veya daha ilk günlerden başlayarak arama kurtarma çalışmalarının ihtiyaç duyduğu ekipmanların yoksunluğunun esas nedeni, bunları yerine getirebilecek kamusal nitelikte bir kurumun kalmamasıdır.
  • Deprem bölgesinde ‘sivil toplum’ geleneğinin görece düşük, bazı yerlerde yok denecek kadar az olduğu görülmüş, bu boşluk genellikle dini nitelikteki vakıf ve derneklerin zengin olanaklarıyla giriştikleri ‘hayır’ faaliyetlerinin görünür olmasına neden olmuştur.

"DEPREMİN ARDINDAN YAŞANANLAR SERVET TRANSFERİ OPERASYONUDUR"

İktidarın depremin ardından afet bölgelerindeki ilk müdahalesine dair arama kurtarma faaliyetlerinin çok geciktiği ya da hiç yapmadığına dikkat çekilerek şunlar denildi:

“Binlerce yurttaşımız, zamanında ve yeterli ekipmanla müdahale edilerek kurtarılabilecek durumda olmasına rağmen, enkaz yangınlarıyla, bulundukları fiziki koşulların süreğen etkisiyle ve soğuk hava koşullarına bağlı gibi nedenlerle can vermiştir. Yaralı olarak kurtulan depremzedelerin ise sağlık hizmetine ulaşımında ise sahra hastanelerinin kurulması gecikmiş ve yeterli kapsama ulaşmamış olması; Türk Tabipler Birliği (TTB), Türk Eczacılar Birliği (TEB), Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) gibi meslek kuruluşları ve emek örgütlerinin bölgedeki faaliyetleri de diğer dayanışma faaliyetleri gibi, devletin çıkardığı zorluklar nedeniyle aksamıştır.”

Deprem sonrası afet bölgeleriyle iletişimin neredeyse yok olmuş olmasına ilişkin “Arama-kurtarma çalışmaları için hayati önemdeki ilk 72 saatte iletişim altyapısında meydana gelen çöküş, bölgede baz istasyonlarının neredeyse 1/3’ünün tamamen göçmesi, fiber hatların kopması, telefon ve internet bağlantılarında günlerce devam eden kesintiler, aynı zamanda açık bir suça dönüşmüştür” denildi.

Raporda dikkat çeken bir diğer kısım ise Türkiye Afetle Mücadele Planı’nda (TAMP) afet anında yardım için eşleştirilen illerin birbirine komşu olması sebebiyle aynı felaketi yaşamaları oldu.

Afet bölgelerini kapsayan OHAL uygulamasının ülkenin kalanından tecrit edilmesine değinilerek “Bölgede depremin ardından yaşanan tam bir mülksüzleştirme, servet transferi ve sömürüyü derinleştirme operasyonudur” denildi. Raporda OHAL’in Cumhurbaşkanı’na pek çok yetki verdiği vurgulanarak “Cumhurbaşkanı, OHAL süresince, Anayasa'nın 91. maddesindeki kısıtlamalara da bağlı olmaksızın, kanun hükmünde kararnamemeler çıkarabilecektir. Bu, zaten son derece yüksek yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı’nın deprem bölgesinde neredeyse hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın, adeta ferman yayınlar gibi kararname yayınlayarak bölgenin kaderine yönelik temel kararları alabileceğini gösterir” ifadeleri kullanıldı.

Cumhurbaşkanı imzasıyla Antakya’nın tarihi merkezini de kapsayan 307 hektarlık bölümün “riskli alan” ilan edilmesinin kenti izole ettiğinin altı çizilirken “Yakın geçmişteki tecrübeler ve uygulamalar Antakya merkezinin de bir ‘turizm destinasyonu’ olarak görüldüğüne dair şüpheleri güçlendirmektedir. Nitekim neyin, kim tarafından, nasıl inşa edileceğine dair hiçbir resmî açıklama yapılmamaktadır. Kaldı ki, kentin yüzde 70’ine yakının tamamen yıkıldığı halde neden belli bir bölgenin ‘riskli alan’ olarak işaretlendiğinin yanıtı da verilmemiştir” denildi.

ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI OHAL BAKANLIĞI'NA DÖNÜŞTÜ

OHAL’in ardından yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle kamu ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar için Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na kamulaştırma yetkisi verildiğine değinilerek şunlar denildi: “Bu durum, kentlerde ve köylerde yaşayan halkın arazilerinin, ekili alanların, tarım alanı mahiyetindeki toprakların, orman ve otlakların, deprem bahanesiyle gasp edilmesine yöneliktir. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, deprem bölgesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış, adeta bir Olağanüstü Hal Bakanlığı pozisyonuna getirilmiştir. Depremzede yurttaşların ellerinde kalan son mülkleriyle ilgili devlet-sermaye uygulamalarının akıbetini öğrenme, hatta sorma mekanizması bile bırakılmamıştır” ifadeleriyle yer alan 126 No’lu Kararname örnekleri verildi.

"YURTTAŞ MÜLTECİ AYRIMI OLMADAN KAYNAK AKTARILMALI"

EMEP Göç Bürosu’ndan Aysel Ebru Ökten,  deprem sürecinde mültecilerin durumunu ele alan "Savaştan Kurtulup Depremin Enkazında Kalanlar" başlıklı raporu açıkladı. “Mültecilerin aslında yerli depremzedelerden hiçbir farkı yok” diyen Ökten, mültecilerin yardım alamayabilecekleri düşüncesiyle riskli bölgelerden ayrılamadığı, ırkçı-ayrımcı uygulamalara ve şiddete maruz kaldıklarını ifade etti. Ökten, mültecilere ilişkin yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

  • İvedi olarak yurttaş, mülteci ayrımı yapılmaksızın kaynak aktarılmalı.
  • Mültecilere çalışma izni ivedi olarak sağlanmalı.
  • Kışkırtmalara rağmen esas olanın barış ve kardeşlik olanın kamusal alanda yükseltilmesi gerektiğini söylüyoruz.
  • Medyanın daha sorumlu bir tutum takınmasını öneriyoruz.
  • Seyreltme politikasından derhal vazgeçmek gerekiyor.
  • Geri kabul anlaşması mültecileri hapsediyor. Geri kabul anlaşmasının iptal edilmesi gerektiğini söylüyoruz.