Cumhurbaşkanı Erdoğan açık konuşmayı sever. Ruh halinin yönetiminde ama günün ihtiyaçlarını da gözeterek düşüncelerini halkla paylaşır. Sözlerinin, zaman içinde çelişmesini önemsemez. Sağ siyasetin şefi Demirel’in, öğrencilerine armağan ettiği o veciz ‘dün dündür, bugün bugündür’ kuramına sıkı sıkıya bağlıdır. Tutarsız olan onun sözleri değil, değişen şartlardır. Kuramın teoride sağladığı kullanım kolaylığı nice siyasetçi için kurtarıcı olmuştur. Güç ve kararlılığı tarif ederken ikna ve uzlaşı yerine, yumruğu masaya vurma tekniğinin daha doğru ve başarılı olduğunu düşünenlerin çoğunlukta olduğu toplumlarda, liderin otoritesine meftun milyonlarca insanla kolayca tanışabilirsiniz. Lider aşkı, eylem ve söylem tutarsızlıklarında fazla da kafayı yormayı gerektirmeyen bir sevgi türüdür. Nasıl olsa, o koskoca liderin, vardır bir bildiği.

***

Aylar önce Erdoğan doktorlara ülkenin dış kapı mandalını gösterip gidiyorsanız gidin demişti. Halka doktorları şikâyet etmiş ve ‘az para aldıkları için ayrıldıklarını’ söylemişti. Ücret artışı talep etmekte, emeğinin hakkını aramakta bir yanlış olmadığı gibi, Erdoğan sağlıkçıların maruz kaldığı şiddetten de hiç bahsetmedi. Bu devletin okuttuğu ‘nankör’ doktorlar, kendilerine yapılan yatırıma ihanet ederek bir de üzerine para beğenmemişti. Giderlerse gitsinlerdi. Koskoca devletin naz çekecek hali mi vardı allasen? Aylar sonra Erdoğan, yeni bir konuşmayla halka seslendi. Bir zaman kapıyı gösterdiği doktorların yanına artık farklı iş kollarından milyonlarca insan eklenmişti. AB, arkasından kapıyı çarpıp çıkmış Türkiye vatandaşlarına vize zorluğu çıkarmaya başlamış, Meksika, ABD’ye geçmek isteyenlerin durağı haline gelmişti. Erdoğan bu kez aynı samimi duygularıyla “Başka ülkelerin kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz” dedi. Oysa hayret edilecek şey değil mi? Bunca insan neden başka ülkelerin kapısına dayanıyor ki? Bakan Nebati’nin gözümüzün içine ışıl ışıl bakarken söylediği gibi; neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi gibi alanların etkisiyle… falan filan zattiri zot; çürük muz 50 lirayı bulmuşken, çocuklar okulda taş yerken, yurtlarda ranzalar çökerken, hayatın bütün keyif alanlarına dikenli tel çekilip, neşenin üzerine beton dökülmüşken neden ki acaba bu gidişler, bu terk edişler?

***

Dünün dünde kalan zamanında “Giderseniz gidin” diyen Erdoğan, günün bugün olduğunu ilan ettiği an “Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmaz kılanlardır” dedi. Biliyorsunuz itiraz eden, şükrü bilmeyen her koşulda, her zaman nankör! İnsanlar, Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı üzere market rafları bomboş, sobasını yakacak gaz bulamayan, sefalet içindeki ülkelere gitmekte ısrar ediyor. Hem kıymet bilmeyen nankörler, hem vatana ihanet eden sinsiler onlar. Üstelik de ne uğruna? Daha iyi arabaya binmek için. Daha fazla konsere gitmek için. Süfli heveslerle. Google search, süfli, enter. Aşağı, bayağı, aşağılık istek ve heveslerle zıvanadan çıkmış, biricik hayatını daha iyi şartlarda, daha insani koşullarda, belki biraz daha tok, belki biraz daha temel haklara sahip, huzurlu ve gülümseyerek sürdürmek isteyen bir sürü insan sözü edilen… Ayıp mı?

***

Giderseniz gidin, yerinizi doldururuzdan, niye gidiyorsunuz, üzülürsünüz aşamasına kısa sürede gelinmiş olmasının sebebi, artık gerçeğin taşınamayacak kadar ağır olmasında yatıyor. Kendine güvenini yitirmiş, etki alanı daralmış, geleceğe dair sözü de planını da olmayan çürümüş ama yine de bunu kabullenmeyen bir iktidarın artık herkese acı veren hikâyesinde rehin tutuluyoruz. Doğru, ortada bayağı ve sefil olan şeyler var. Değil daha iyi bir araba hayali kurmayı, bugünü çıkarabilecek miyim diye kara kara düşünenler var mesela. Çocukların çocukluk gamsızlığı, gençlerin gençlik heyecanları ellerinden alınmış. Elde yok avuçta yok. Koskoca Anadolu’yu madden fakir, manen fakir, kaygılı ve bıkkın, tedirgin ve çaresiz bir coğrafyaya çevirmek de AKP’nin 21.yüzyıl vizyonu olarak kayda geçti.

***

Gerçek, reddedene kurşun gibi ağır. Alengirli kelimelere, anlaşılmayan cümlelere sığınmak yanlışı örtmüyor. Deniyor ki, daha iyi bir araba için gidene kızıyor bin odalı sarayın sakini, bu nasıl iş! O da cumhurbaşkanının kendine gördüğü hak! Kutsallık atfedilen devletin başında olmanın, öyle bir güçle sarıp sarmalanmanın bir sonucu. Ah o dokunulmazlar olanlar, ah o dokunulmazların koruyuculuğuna atananlar… Ah o gerçekliğe sürekli yüz çevirmeler… Görüyoruz işte, sonrası hep epistemolojik kopuşlar.