!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali bugün başlıyor. !f’te ne var ne yok; festival direktörü Serra Ciliv anlattı

"Filmleri izle, güzelleş"

CANAN AYDIN cananaydin@birgun.net

Bundan 14 yıl önce 20 bin izleyiciyle başlayan !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali bugün kendilerine ‘!f’çiler adını veren sinema tutkunlarının bir araya geldiği bir aile... Başladığı yıldan itibaren, temasını, toplumsal meseleleri her daim odağına alarak belirliyor ve seçkisini bu doğrultuda hazırlıyor. Bu yıl ‘Kalbine bak yerinde mi?’ diyerek yüzleşme çağrısında bulunan festival Brezilya’dan, Endonezya’dan, Hindistan’dan toplam 42 ülkenin hikâyesini dinlemeye çağırıyor. Bugün istanbul’da gösterimlerine başlayan festival, 22 Şubat’ta İstanbul’a veda edip 22 Şubat - 1 Mart arası Ankara’da, 26 Şubat -1 Mart arası İzmir’de olacak. Festival’in ‘!f2: İstanbul’dan Canlı’ filmleri; Adana, Afyon, Bursa, Çanakkale, Mardin, Nevşehir, Rize’nin de aralarında bulunduğu pek çok kentin yanı sıra, bölgedeki ülkelerde, proje ortakları aracılığıyla gösterilecek.
!f’te ne var ne yok; festival direktörü Serra Ciliv anlattı...


>> Bir sinema festivali 13 yılı geride bıraktı. Zorlu bir yolculuk olsa gerek. 14’üncü kez yola çıkarken neler hissediyorsunuz?
13 yıl içerisinde bu filmler üzerinde inanılmaz birleştik. O birleşme hissi bana çok iyi geliyor. İlk yıllarda olduğu gibi fuaye alanının önünde duruyorum ve sinemanın boşalmasını bekliyorum. Salondan yüzlerce kişi çıkıyor. Hayata, olasılıklara, kendi içimizdeki ve dünyadaki olası değişimlere umutla bakabilen bir aile olduğumuz hissine kapılıyorum.

>> !f, bugün az sayıdaki önemli festivallerden biri. Sizin için sinemanın nasıl bir anlamı var?
Hayatta bir sürü şey gibi sinemayı da güzelleşmek için bir vesile olarak görüyorum; hem düşünce biçimlerimizin hem de kalplerimizin güzelleşmesi için bir vesile... Hayatta hikâyeler hele birbirimizin hikâyelerini dinleyebilmemiz çok önemli. Festivalde izlediğimiz filmler kalplerimizi genişletmek için iyi bir vesile.

>> İlk yılınızla bugünü karşılaştırdığınızda !f İstanbul takipçilerinde nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz? Nasıl bir tablo var karşınızda?
O yılın duygusu şaşırmaktı. İlk yıl izleyici sayımız 20 bindi ve ben o yıl çok şaşırdığımı hatırlıyorum. “Bu kadar çok insan mıyız, yeni şeyler görmeye, farklı bakışları takip etmeye ihtiyacı olan?” diye düşünmüştüm. Şimdi ise kendilerine “!f’çiler” diyen bir kitle var. Artık bu kitleye duyduğum güven var. Bu insanlar varoldukça, çatlakları bulur ve çoğalmaya devam ederiz gibi hissediyorum.

>> Festivalde seçkileri oluştururken önceliğiniz ne oluyor? İyi filmi nasıl tanımlıyorsunuz?
Programlamaya başlamadan önce dünyada ve sinema enstitüsünde neler olduğunu takip ediyoruz. Festivallerde neler gösteriliyor, bu yılın üretimi bizi ne tarafa doğru işaret ediyor ona bakıyoruz. Ondan sonra kendimize bakıyoruz. Dünyaya politik gözlerle bakarken aynı zamanda yumuşak kalabilmek, yumuşak kalplerle bakabilmek mümkün mü, diye soruyoruz. İyi film için; yönetmenin zengin düşünce dünyasını, hayal dünyasını, en derinliklerini, en samimi şekillerde anlatabildiği filmlerdir diyebilirim.

>> ‘Türkiye bu filme hazır değil’ diyip seçkinize almadığınız filmler oldu mu?
İzleyicimize çok güveniyoruz. Biz bir filmi beğendiysek ve önemli bulduysak onun hazır bir izleyicisi vardır diye düşünüyoruz. Bu bugüne kadar programımıza da yansımış bir şeydir. Zamanında yaptığımız ‘açılım’ bölümümüz de öyleydi. Gökkuşağı bölümümüz de böyle... Geçen yıl Nemfomanyak’ı gösterdik...

>> Nemyomanyak’ı Türkiye’de ilk kez !f’te seyrettik ve ardından sansürlendi. Bu yıl seçkinizi yaparken bu tür kaygılarınız oldu mu?
Kalbinize bakmak öyle bir şey. Kaygıyı görüyoruz. Türkiye’nin nereye gittiğini  görüyoruz. Kaygı her zaman karşısında güvenle, umutla beraber geliyor. Yani o kaygıyı hissettiğimizde, biraz sessizce oturup kendimize baktıktan sonra, izleyicimizin de bunu takdir edeceğini anlıyoruz ve arkasında durabileceğimiz filmler programlıyoruz.

>> Mars’la çalışıyorsunuz. Bağımsız festivalin içine şirketler girdiğinde insanlar endişelenebiliyor. Sinemanın ayakta durması için de desteğe ihtiyacı var... Siz bu sarmalı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın düzenine baktığınızda çok da endişelenilmesi muhtemel bir konu bu. Bize destek veren kurumlar ‘İş Bankası’ da ‘Mars’ da !f’in ne kadar önemli bir özgürlük alanı olduğuna ve seçimlerimizin bu zamana kadar ne kadar doğru olduğuna güvenen insanlardan oluşuyor. !f bir özgürlük alanı. !f’ten özgürlük alanı olma vasfını kaldırırsanız ne !f kalır ne de ekibi. İçim rahat söylüyorum; Mars, !f’e bir marka olarak bakıp !f’in yaratıcılarına ne kadar çok güven duyduğunu çok iyi açık etti. O günden bugüne, biz programımızı açıklamadan, hiçbir şey bilmiyorlar.

>> ‘Filmlerin yarışması’ hali için ne düşünüyorsunuz?
Farkındasınızdır, yıllardır kısacılar için yarışma yapmıyoruz. Kısalarımızda, her tür formatı ve süreyi kabul ediyoruz. İzleyiciye en iyilerini sunuyoruz gibi bir iddiamız yok. Çünkü bence gerçekten sinemanın en iyisine karar vermek hiçbirimizin haddi değil. Ama beraber güzel konuşan filmleri bir araya programlamak bizim işimiz. Ondan sonra da biz yine de bir filme bir güzellik yapabilmek için onu izleyiciye bırakıyoruz. İzleycilerin en çok sevdiği filmin yönetmenini yurtdışında bir festivale gönderiyoruz.
Yarışma yapmak istemeyen bir festival olarak, iki tane yarışmamız var, fakat onların da çok önemli sebepleri var.  Amaç yarışma değil, bir sonraki filmlerine destek vermek.

***

‘Kalbimiz çok kırıldı’

>> Bir bakıma toplumsal gerçekçi bir dili var !f’in. Geçen yıl festivalin teması Gezi Direnişi üzerineydi. Bu yıl ‘Kalbine bak yerinde mi?’ diyorsunuz. Bu temayla ne anlatmak istediniz?
Gerçekçilik; güzel dedin bence... !f İstanbul’u her zaman bir ifade ve özgürlük alanı olarak hayal ettik. Böyle bir ortam oluşturmaya ve bunu içinde çoğalmaya çalıştık. Bu yılın başında, programda neler olacağını hayal etmeye, geçen bir yılda dünyada ve bu ülkede olan şeylerin kalbimizi ne kadar çok kırdığını bilerek başladık. !f ekibi için konuşuyorum; hiçbirimiz geçen yıldan daha buruk, daha endişeli olduğumuzu inkâr edebilecek bir durumda değildik. Çok acı veren şeyler yaşıyoruz. Özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, baskılar artıyor, her gün duyduğumuz üzücü olaylar bizi köşemize çekilmeye davet ediyor; muhtemelen sana da olmuştur. İşte o yüzden hepimizin bir kalbine bakması gerek. Çağrımızı oradan yapalım dedik. Ancak bu işi yaparken samimiyetimizden de hiçbir şey kaybetmememiz gerekiyor. Asıl hikâyemiz samimiyet.

***

Bunları kaçırmayın!

>> Gözden kaçırılmaması için bize bir seçki yapar mısınız?
Size bir beşlik yapayım. ‘Rüzgârlar Arasında’, ‘Toz Ruhu’ kaçırılmaması gereken filmler. Yumuşak kalplerden bahsetmiştik ya oradan gidelim; ‘Aşk Başka Bir Dünya’ bölümünden ‘Yaşam Kutsaldır’, ‘Çekmeceler’, ‘Susan Sontag Hakkında’, ‘Oflu Hoca’yı lütfen görün. Çok garip bir kafası var. Duramıyorum galiba. ‘Depo: Akıl Hastanesinde Hayat’ Salt Beyoğlu’nda gösteriyoruz.
Bir de ‘Hayat Var’ diye bir seçki yaptık. Kazım Kızıl’ın Yırca üzerine ‘Ölmez Ağaç: Yırca Direnişi’, Hakan Tosun’un da Validebağ üzerine ‘Validebağ Direnişi’ adlı iki belgeseli var; onları da kaçırmayın derim.