Evrimle ilgili en büyük kafa karışıklığı, insanların sadece maymunlarla akraba olduğu sanrısı… Hâlbuki insanlar hayvan olan-olmayan bütün canlılarla akrabalar! Yani ağaçlarla da akrabayız, balıklarla da, aslan kaplanla da, kedi köpekle de, bakterilerle de, mantarlarla da… Sadece biz değil, bütün canlılar diğerleriyle akraba!

Gazeteyi okumanızı sağlayan organlar
Fotoğraf: Zhikun Gai

Evrimden söz ederken genelde beyin, kalp, kanat gibi daha gözde organların evrimsel tarihi sorgulanır. Hâlbuki benim bu yazıyı yazmamı, sizin bu gazeteyi internette veya fiziksel olarak alıp okuyabilmenizi sağlayan organlar göz ardı edilir: Evet, kollar ve bacaklardan söz ediyorum. Eğer bacaklarımız olmasaydı, bakkala gidip gazete alamazdık; kollarımız olmasaydı, gazeteyi tutup okuyamazdık. Beyin veya kalbin aksine, bu uzuvların yapı ve davranışlarını dışarıdan, sürekli olarak, kendi gözümüzle görebildiğimiz için, sanıyorum bu organların varlığını içselleştiriyoruz ve “Bunlar herhalde her zaman vardı” gibi bir hisse kapılıyoruz.


Tabii ki bu doğru değil. Evet, kollar ve bacakların evrimi sözkonusu olduğunda genelde Tiktaalik’in keşfi gibi müthiş konular gündeme geliyor (eğer okumadıysanız İçimizdeki Balık isimli kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim; artık belgeseli de var). Artık birçok kişi, karasal omurgalıların kol ve bacaklarının balık yüzgeçlerinden evrimleştiğini biliyor. Peki, bir anlığına evrim-karşıtçılığı oynayacak olursak, şunu sorabiliriz: O zaman o yüzgeçler nereden geldi, hı?

Güzel soru! Cevap: O yüzgeçler, okyanuslarda yaşayan balık atalarımızın da atalarında bulunan, “yüzgeç katlanması” adı verilen, yüzgece pek benzemeyen, daha ziyade kafalarından kuyruklarına kadar uzanan bir doku katmanından geldi!

Hepimiz akrabayız

Evrimle ilgili en büyük kafa karışıklığı, insanların sadece maymunlarla akraba olduğu sanrısı… Hâlbuki insanlar hayvan olan-olmayan bütün canlılarla akrabalar! Yani ağaçlarla da akrabayız, balıklarla da, aslan kaplanla da, kedi köpekle de, bakterilerle de, mantarlarla da… Sadece biz değil, bütün canlılar, bütün diğer canlılarla akraba! Maymunların (veya daha geniş bir grup olarak primatların) bu kadar ön plana çıkmasının tek nedeni, bu hayvanların insanın en yakın akrabası olması. Sonuçta siz de Charles Darwin veya Adolf Hitler ile (veya sevdiğiniz/sevmediğiniz diğer bütün insanlarla) bir noktada, belli bir uzaklıkta akrabasınız; ancak gidip de ortamlarda Darwin’in akrabası olduğunuzu söylemiyorsunuz. Olsa olsa anne-babanız için, haydi en fazla kuzenleriniz için “Bu benim akrabam!” diyorsunuz. Aynı şey, insanın evrimi ve akrabaları için de geçerli: Maymunlar bizim genetik, anatomik, morfolojik, davranışsal, fizyolojik ve biyokimyasal olarak en yakın akrabamız olduğu için, onlar daha çok spot ışığında kalıyorlar. Hâlbuki diğer bütün canlılarla akrabayız (maymunlara göre daha uzaktan da olsa).

Sadece bu da değil: Akrabalık ilişkilerimiz, tarihteki büyün evrimsel dönüşümlere de işaret ediyor! Mesela insanlar; tıpkı memelilerle olduğu gibi, balıklarla da, amfibilerle de, sürüngenlerle de akrabalar. Daha önemlisi, memeliler sürüngenlerden, sürüngenler amfibilerden, amfibiler de balıklardan evrimleşti. Dolayısıyla bir yerde, insanlar olarak sadece “memeli” olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda sürüngenleri, amfibileri ve balıkları da kaplayan bir grubun üyesiyiz (buna tetrapodlar, yani “dört üyeliler” diyoruz).

Aynı zamanda tetrapoduz

Bu ismi almamıza sebep olan “dört üyemiz”, yani iki kol ve iki bacağımız (veya bilimsel adıyla “uzuv çiftlerimiz”), dört yüzgeçli balıkların ön ve arka yüzgeçlerinin kol ve bacaklara evrimleşmesiyle mümkün oldu. Günümüzde hepimizin kollarında bulunan humerus, ulna ve radius kemikleri balıkların ön yüzgeçlerindeki kemiklerle, hepimizin bacaklarında bulunan femur, tibia ve fibula ise balıkların karın (arka) yüzgeçlerindeki kemiklerle ortak bir kökeni paylaşıyorlar (bu kemikler birbiriyle homologlar)!

Ama balıklarda bulunan bu ön ve arka yüzgeçler, evrim tarihinin başından beri var olan yapılar değillerdi. En nihayetinde onlar da kendilerinden önce gelen, daha basit yapılı dokuların farklılaşmasıyla var oldular ve bu tür bir evrimsel süreç sonucunda tarih sahnesine çıktılar (ve fosilleştiler). Dolayısıyla büyük soru şu: Yüzgeçlere dönüşecek olan dokular neydi? Ne işe yarıyorlardı?

Bugüne kadar bununla ilgili birçok hipotez ileri sürüldü; ancak paleontoloji camiasında en çok kabul göreni, “yüzgeç katlanması” (veya İngilizce adıyla “fin-fold”) adı verilen, balıkların atalarının vücutlarının iki yanında bulunan, ama yüzgeçler gibi kesintili değil de kafadan kuyruğa kadar uzanan, adeta yarasa kanadına benzeyen bir doku parçası olduğu yönündeydi. Ne var ki bu popüler hipotez, sadece karşılaştırmalı anatomi, embriyoloji ve genetik gibi sahalardan gelen verilerle ileri sürülmüştü. Bu hipotezi destekleyen hiçbir fosil bulunamamıştı.

Yüzgeç katlanması

Bu durum, artık değişti. Çin’in Hunan ve Çongçing kentlerinden çıkarılan 436 milyon yıl öncesine ait yeni fosiller, ilk defa balıkların atalarındaki yüzgeç-öncesi yapıları ortaya koymayı başardı. Aslında bu döneme ait diğer balık fosilleri daha önceden bulunmuştu; ancak bunlar sadece kafa fosillerini içeriyordu; dolayısıyla vücutlarının neye benzediğini tam olarak bilemiyorduk. Çin Bilimler Akademisi’nin Omurgalı Paleontolojisi ve Paleoantropolojisi bölümü’nden Prof. Dr. Zhu Min ve Bristol Üniversitesi’nden Prof. Dr. Philip Donoghue liderliğindeki bir ekip, 28 Eylül’de Nature’da yayınladıkları yani bir makaleyle, vücudunda “yüzgeç katlanmaları” bulunduğu bariz bir şekilde belli olan, Tujiaaspis olarak adlandırılan yeni balık fosillerini ilan ettiler. Böylece yüzgeç katlanması hipotezi doğrulanmış ve yüzgeçlerin nereden geldiği sorusu cevaplanmış oldu.

Görünen o ki, tam da tahmin edildiği üzere, balıkların ataları, adeta bir “denizaltı kanadı” (yani “hidrofoil”) görevi gören bu katlanmalar sayesinde sualtında yüzüyorlardı. Bu özelliklerini, çeneli balıklara miras bıraktılar ve bu katlanmalar, daha sonradan vücut geneline yayılmak yerine, çok daha optimize bir şekilde vücudun spesifik noktalarında bulunacak biçimde değişti. Böylece yüzgeçler oluştu ve o yüzgeçler de omurgalıların karalara çıkmasından sonra kol ve bacaklara dönüştü.

Bir düşünün: Bu antik fosiller, kuşlardan balinalara, yarasalardan insanlara kadar devasa bir omurgalı hayvan grubunun kol ve bacaklarının atası konumundalar. Bu farkındalığa erişebilmek müthiş bir olay! Ama bu araştırmayla ilgili belki daha da önemli olan şey şu: Evrimsel biyolojinin muhteşem öngörü gücü bir kez daha gösterilmiş oldu. Tamamen farklı veri hatlarından gelen kanıtlarla öngörülen bir yapı, sonradan fosillerle birebir olarak doğrulabildi. Bu, bilimsel bir teorinin gücünün en net göstergesi. Yani Evrim Teorisi, bilimin bir diğer zorlu sınavından daha başarıyla geçmeyi başardı!