10 Ocak bu toplum için yeni bir “kara” gündü. O gün tıp öğrencisi Enes Kara, yaşamına son verdi.

Enes’in ölümü, bir sonuçtur. Enes’i bu sonuca götüren iki sorumlu var: Aile ve devlet. Enes, bu ikisinin aynı noktada buluşan yanlışlarının bir sonucu olarak yaşamına son vermek zorunda kaldı. Ortak nokta, toplumsal yapıya egemen olmaya çalışan siyasal İslamcı dünya görüşünün dayandığı çok sayıdaki cemaat yapılanmalarından yalnızca biridir.


Ancak, bu ülkenin en başta siyaseti ve diğer kamuoyu oluşturan çevreleri, bu gerçeği görmezlikten geliyor. Böylece toplumun geleceği daha da karartılıyor.

‘ÖZGÜR HİSSETMİYORUM KENDİMİ’

Enes, bu dünyadan, her yere, toprağa, denize, havaya yaldızlı yazılması gereken “Özgür hissetmiyorum kendimi” sözleriyle ayrıldı.

Enes’in bu sözleri, gerçekte, yalnız kendisi gibi gençlerin değil, bu ülkede özgürlüğe, eşitliğe ve barışa susamış milyonların duygularını da tam anlamıyla yansıtıyor.

Enes’in son nefesinin özgürlük özlemi, nedenleriyle birlikte ve doğru okunmalı.

Bugün, genel olarak eğitimde, özellikle tarikat ve cemaat okullarında, çocuklar ve gençler, yaratıcı yeteneklerini özgürlük içinde geliştirebilecekleri bir eğitim ortamından yoksunlar; bilimsellikten tümüyle uzak bir ortamda, her türlü baskı ve giderek şiddet altında eziliyorlar. Onlar, beyin ve el becerilerini, birikimli ve özgüvenli bir biçimde geliştirme ve neler yapabileceklerinin bilincine vararak büyüme olanağı bulamıyorlar. Daha özelde, Enes, tıp okuyordu; diğer bilim dalları gibi, özellikle de tıbbın temeli olan evrim kuramı, AKP iktidarı tarafından bu ülkenin eğitim programlarından çıkarıldı.

Sayıları hızla artırılan üniversitelerde öğrencilerin en temel barınma ve beslenme olanakları da çok sınırlı kalıyor. Bu eksiklik yetmezmiş gibi, başta bilim ve araştırma özgürlüğüne yönelik yasak ve baskılar olmak üzere; özgürlük ve barış isteyen genç bilim insanlarının uzaklaştırılması; Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar; kültür etkinlikleri üzerindeki baskıcı uygulamalar ve yasaklar nedeniyle üniversitelerde genel olarak niteliğin tükenişi de genç beyinleri bunaltıyor.
Üniversite sonrası da hiç umut vermiyor. Kamuda işe almalarda AKP iktidarının uygulamakta olduğu acımasız ayırımcılık ve ona eklenen işsiz kalma korkusu Enes’ler için yaşamı bir karabasana çeviriyor. Bu nedenle de olanak bulan yurtdışına gidiyor.

TOPLUM ADINA DEVLET YAPMALI

Ailenin ürünü olan çocuk ve genç, aynı zamanda toplumsallaşmak zorundadır. Başta ekonomi olmak üzere, toplumsal yapı içinde yer alacaktır. Bu nedenle, kişinin yeteneklerinin tam olarak ortaya çıkarılması, yalnız aileye bırakılamayacak kadar önemlidir. Çağımızda devlet, toplum adına davranmak ve başta yoksullar olmak üzere, tüm toplumda; bireyin gelişmesinin önündeki her türlü engeli kaldırmakla görevli ve yükümlüdür.

Burada sorun, cemaat ve tarikat yapılanmalarının kapatılıp kapatılmamaları değildir. Bu toplumun çocuklarının ve gençlerinin özgürlük içinde gelişmelerinin hem kendileri hem de toplum için bilimsel olarak, her bakımdan en doğru yaklaşım olduğu bilincinin yetersizliğidir.

Ülkemiz böyle bir süreci yaşadı. Kendi deneyimimden örnek vereyim. Doğu Karadeniz kırsalında çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Enes benzeri bir eğitim sürecine girerek yok olmaktan 1950 yılında Beşikdüzü Köy Enstitüsü’ne parasız yatılı olarak gidebildiğim için kurtuldum. Benim gibi binlerce yoksul köy çocuğunun çağdaş bir eğitim almasını sağlayan ve Başkan Erdoğan’ın ikide bir, “milletin değerlerine karşıydılar” dediği Köy Enstitüleri 1954’de kapatıldı.

DUYARSIZLIĞIN BU KADARI!

Enes olayı karşısında toplumun ilgili tüm çevreleri seslerini yükseltmeliydiler.

Sanatçı Tarkan’ın, Enes’ten geriye kalan binlerce gencin özgürlük içinde gelişmeleri gerektiği çağrısı ayrı tutulursa, hiç de öyle olmadı. İlgili kamu yönetimi birimleri, vali ve savcılar Enes’i duymazlıktan geldi. Dahası, o korku ortamında Enes haberini yapan, yürekli gazeteci Faik Akgün’ün işine son verildi. Enes, bir cemaat evinde yaşamına son vermişti; ancak, ülke yönetimindeki gücünü her gün biraz daha artıran Diyanet İşleri Başkanı da, kurumuyla doğrudan ilgili olan Enes konusunda sessiz kaldı. Üniversite sustu; basın-yayının çok büyük bölümü bu acı olayı görmezlikten geldi. Devleti yöneten ve yönetmeye aday olan siyaset, olayın büyük önemini görmezlikten gelerek, bu tümüyle siyasi olay üzerinden de, halk arasında çok kullanıldığı anlamda yalnızca “siyaset yaptı”. İktidar Enes konusunu tartışma dışı tutmaya çalıştı; çalışıyor. Ülke ile ilgili uçan kuştan, düşen taşa hemen her konuda söz etmesiyle bilinen Başkan Erdoğan, Enes konusuna hiç girmedi. AKP sözcüsü, olayın ilk saatlerinde “Bu olay siyaset konusu yapılmamalı; bunu ahlaki bulmam” diye buyurdu. İzleyen gün AKP Meclis Gurubu başkanlarından biri ise olayı, “Öğrencilerin bir araya gelip ev tutma özgürlüklerine” bağladı. Konuyu TİP Milletvekili Erkan Baş, dört dörtlük sorularla siyasetin gündemine taşıdı. HDP’nin verdiği Meclis Araştırma Önergesi de reddedildi.

Çok ilginç bir duyarsızlık olayı daha sergilendi: Enes olayı, AKP ve CHP’yi aynı noktada buluşturdu. CHP Genel Başkanı, bu olayı “Siyasete konu etmeyi etik bulmadım” açıklaması yaptı, yapabildi. Böylece, cemaat kesimlerine teslim olarak aklı sıra siyaset mi yaptı yoksa siyasal İslam etiğine yeni bir katkı mı sağladı soruları boşlukta kaldı.

Çocuklarını ve gençlerini özgürleştiremeyen ve böylelikle kendi geleceğini tüketen Türkiye, 2022 yılına girerken “özgürlük” veremediği bir gencini daha yaşamın sonsuzluğuna uğurladı ve daha da yoksullaştı.