Bugüne dek çoğu kez “iç savaş çıkartırız” tehditlerinden söz ettik. Tedbirli olmak bakımından bu tehditleri ciddiye almak gerekirdi ve gerekiyor. Ama bu bir “tehdit” ve gerçekleşmeme ihtimali de var. Öte yandan biliyoruz ki tehdit esas olarak toplumsal muhalefeti sindirmeye yöneliktir. Çaresiz bir durumda oldukları aşikâr ve iç savaş tehdidiyle bile maksatlarının hâsıl olması zordur.

Sadece anketlere bakarak bunlar gidici demek pek anlamlı değil ama kendi hallerine bakarsak kalıcı olamayacaklarını söyleyebiliyoruz. “Dış güçler” elbette iktidarda oldukları sürece onları sonuna dek kullanabilecekleri bir aparat olarak görmeye devam edecekler. Ama kullanışlı olmaktan çıktıkları yönünde ciddi emareler var. Bakın işte Suriye’de hem ABD hem Rusya ile (yine) karşı karşıya geldiler. Ekonominin iflah olmaz hali, kârlarına kâr katmaya devam etseler bile, Saraylı zenginler dışındaki büyük sermayeyi tedirgin etmeye başladı. Çünkü tamamen çökmüş bir ekonomide kimse zenginliğini koruyamaz. Onlar da “gitme n’olur” demezler artık. Ama seçimlere ve muhalefetin zahmetine gerek kalmadan Bahçeli ilk darbeyi vurur mu? Olmaz demeyin, çünkü daha önceleri de oldu.

Şimdi de bir şeyler oluyor gibi galiba. Halk TV’de İsmail Saymaz HSK üyesi Hamit Kocabeyi'nin istifasının Cumhur İttifakı açısından alarm düzeyinde bir vaka olduğunu ileri sürdü. İstifa Devlet Bahçeli'nin isteğiyle gerçekleşmiş. Süreç RTÜK üyeleriyle devam edebilirmiş. RTÜK üyeleri birden bire nötr kaldığında AKP RTÜK’te tavır alamaz hale gelebilirmiş. Ya da başkaca kurum kuruluşlarda, MHP’li üyeler tutum almaya başlarsa AKP açısından ülke öyle arzu ettikleri gibi yönetilemez olurmuş. Saymaz, HSK üyesinin istifasının MHP cenahından AKP’ye açık bir mesaj olduğunu belirtiyor.

Çoktandır bürokrasinin genelinde de bir fokurdama hissediliyor. Merkez Bankası bürokratlarının görevden alınması (istifası?) son örnek sayılabilir. Yine çoktandır bürokrasi kademelerinden muhalefet partilerine (ve hatta S. Peker’e) bilgi akışı olduğu söyleniyor. Saraylıların bürokraside nasıl kadrolaştıkları TÜGVA hadisesiyle ayyuka çıktı. Kılıçdaroğlu, “TÜGVA rezaletini hep beraber izliyoruz. Lağım kokusu yine her yeri sardı. Şahıs ve ailesi vakıf süsü verdikleri bir paralel yapı ile devleti zapturapt altına almaya çalışmış” dedi. Ve bürokratlara tarihi bir uyarıda bulundu: “İktidarın değişmesine az kaldı. İktidar değiştiğinde soruşturmalar başlayacak. ‘Emir almıştım’ diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı her ne yaptırılıyorsa, pazartesi itibariyle durun.” Ve bugün pazartesi.

Yargı bürokrasisinde bazı emareler görülüyor ama en önemlisi güvenlik bürokrasisi, yani askeriye, istihbarat ve polis teşkilatları. Bahçeli’nin askeriye ve polis üzerinde etkisi olduğu yazılıp çiziliyor. Ama bu cenah üzerinde kurumsal bakımdan etkili olanlar AKP bünyesindeki üç isim. Emniyetten sorumlu Süleyman Soylu’nun etkisi törpülendi. Geriye kaldı Hulusi Akar ve Hakan Fidan ki bu ikilinin birlikte davrandığı da ileri sürülüyor. Ayrıca Erdoğan’sız veya Erdoğan sonrası gidişatta Hulusi Akar ismi epey parlatılmaya başlandı.

Akar, tavırlarıyla Batı ülkeleriyle ilişkide hâlâ muteber bir şahsiyet olduğunu ve bir nevi sivil üniforma giyerek hâlâ askeriye üzerinde sözü geçtiğini ima ediyor. Ama taşlar öyle diziliyor ki sanki Akar Erdoğan’ın “devamı” olmayacak ama “sonrası” olacak. “Sonrası” derken ricat halindeki bir harekâtın yönlendirilmesi akla gelebilir. Bir bakıma emekli bir paşanın durumdan vazife çıkarıp Saraylıları suhuletle emekliye sevk etmesi!

Bu arada henüz iktidar olmamış bir muhalefete don biçilebilir mi? Öyle “Kurtarıcı” payesine filan sahip olamayacakları şimdiden bellidir. Elbette mevcut iktidarı değiştirme çabası küçümsenemez. Ama altı muhalefet partisi ne olabileceklerinin ya da olmayacaklarının sınırını ortak açıklamalarında kendileri çizmiş bulunmaktadır ve zaten ötesini söylediğinizde ilk önce onlar itiraz etmektedir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri şey de emekçi halkın taleplerini değil kendi sağcı ve muhafazakâr hedeflerini güçlendirmiş olacaklardır.

2023 yılına az kaldı ve bir “seçim süreci” fiilen başladı. Ve bu sürecin sonunda seçimler olur mu, ne zaman olur, olursa nasıl olur sorularının ucu hâlâ açık duruyor. Yine de bir sabah bir bakacağız gitmişler işte! Öyleyse şimdiden Zeki Müren şarkısını kendimizce terennüm edebiliriz:

Gitmek mi zor kalmak mı zor / O sabahı gel bize sor!