Kazadan sonra gemilerde telsiz kullanımı uluslararası kurallarla standartlara bağlandı, SOS kodu uluslararası zorunluluk kazandı ve aralıksız bir şekilde radyo başında mürettebat bulundurma şartı getirildi.

Haberleşme sistemi ve Titanik

Dr. Mustafa Gündoğan

Bu yılın ilk yazısında kuantum fiziği ve teknolojileri, uzay teleskopları ve lazerler yerine şimdi bize arkaik gelen fakat zamanının en yüksek teknolojisi olan ilk radyo telgraflar ve bu telgrafların Titanik’in 12 Nisan 1912’de, Atlantik’in soğuk sularında batışındaki rolünden bahsedeceğim. Birkaç ay önce hem nostalji olsun diye (1997’de film dünyayı kasıp kavururken legolarla kendimce Titanik modeli yapmıştım) hem de yeni bir gözle yeniden değerlendirmek için Titanik filmini tekrar izledim. Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio’nun gençlikleri ve küçükken izlediğimde fark etmediğim Hollywood klişelerinin gözüme batması bir yana, filmin en azından teknik olarak bir şaheser olduğunu daha iyi takdir edebildim. Yine ilk izlediğim zamanlar dikkat etmediğim telgraf detayı ise bu yazıyı yazmama sebep oldu diyebilirim.

Ama Titanik’ten önce kablosuz haberleşme teknolojisi ve tarihinden kısaca bahsetmek lazım. 19. yy’ın ikinci yarısında James Clerk Maxwell elektromanyetik dalgaları tasvir eden teorisini tamamlar. Bu teori ivmeli hareket eden elektrik yüklü parçacıkların elektromanyetik dalga yayacağını ve dahası, bu dalgaların da ışık hızında hareket ediyor olduğunu tahmin eder. Bu teorinin 1887 yılında Heinrich Hertz tarafından doğrulanmasının hemen ardından bazı mucitler ve bilim insanları ise bu gelişmelerden yararlanarak kablosuz bir haberleşme sistemi kurulup kurulamayacağını merak etmeye başlar.

Bu mucitlerden birisi olan Guglielmo Marconi (adı doğum yeri olan Bolonya’nın havaalanına verilmiş – kısa bir süre önce yolum düştüğünde küçük bir sürpriz olmuştu) daha 20 yaşında ilk prototip kablosuz haberleşme sistemlerini evinde kurmuş; buluşunun öneminin farkında olarak İtalyan Posta ve Telgraf Bakanlığı ile iletişime geçmiş fakat olumlu bir cevap alamamış. Bunun üzerine, buluşunu ticarileştirmek için İngiltere’ye taşınmış ve gerçek uzak mesafe haberleşme deneylerini burada yapmış. Önce birkaç km mesafe ile başladığı deneylerini sırasıyla İngiltere-İrlanda arasında gerçekleştirmiş ve en sonunda Atlantik’in iki yakası arasına taşıyabilmiş. Bu tip kablosuz telgraf sistemleri kısa zamanda deniz fenerleri ve gemilere yerleştirilmiş ve trafiği yoğun Kuzey Atlantik rotasındaki gemiler arasında da haberleşmeyi kolaylaştırmış. Mors kodu ile çalışan sistemin en büyük dezavantajı ise geniş bant sinyalle yapılan iletişimin çoklu kanala izin vermemesi, bunun da aynı anda sadece bir geminin mesaj gönderebilmesi ve bu mesajın menzil içindeki tüm alıcılar tarafından dinlenebilmesi idi.

Telgraf sistemleri

Tüm bunlar 20. yy’ın ilk yıllarında meydana gelmekte ve Marconi 1909 yılında Karl Ferdinand Braun ile birlikte Nobel fizik ödülünü paylaşmaktaydı. Titanik’in ilk seferinde battığı 1912 yılına gelindiğinde ise Kuzey Atlantik rotasındaki neredeyse bütün orta ve büyük gemiler Marconi’nin geliştirdiği kablosuz telgraf sistemleri ile donatılmıştı. Fakat günümüzdeki telsiz sistemlerinin aksine o yıllarda gemilerdeki haberleşme ekipmanları gemiye değil Marconi’nin şirketine ait olup, yine şirketin kendi elemanları tarafından işletilmekteydi.

Özellikle filmden sonra bir pop kültür ikonuna da dönüşen Titanik, aynı sınıftan olan kardeş gemileri Brittanic (1. Dünya Savaşı’nda hastane gemisine çevrilmiş ve Kasım 1916’da Ege’de bir Alman denizaltısı tarafından batırılmıştır) ve Olympic ile tıpatıp aynı görünmesine rağmen bazı dizayn farklılıkları yüzünden yapılmış en büyük gemi unvanını almıştı (buna rağmen Titanik günümüzün en büyük yolcu gemileri ile benzer uzunluğa sahip olsa da onların sadece dörtte biri kadar bir ağırlığa ve yarısı kadar yolcu kapasitesine sahip). Bu büyüklüğüne ve gösterişe uygun olarak da son derece güçlü radyo vericileri (geminin baş ve kıç tarafındaki direkler arasına gerilen teller anten işlevi görüyordu) ile donatılan gemi iyi havalarda 900 km’ye kadar bir menzil içindeki diğer istasyonlarla haberleşebiliyordu.

Filmi izleyenlerin de hatırlayacağı üzere, Titanik’e önünden giden diğer gemilerden buzdağı uyarısı gelmiş; bu uyarılar ise zengin yolcuların gereksiz, kişisel mesajları arasında telsiz odasında kaybolup gitmişti. Bunun sebepleri arasında ise teknolojinin yeniliği yüzünden gerekli düzenlemelerin henüz tam yapılmamış olması ve bunun da ötesinde şirketin gönderdiği ve aldığı mesajlar başına ücret alıyor olması gösterilebilir. Titanik’i uyarmaya çalışan ve potansiyel olarak yolcuların çoğunu kurtarabilecek kadar yakın olan (filmin yönetmeni James Cameron bir mülakatında bu gemiyi batma sahnesinde ufukta bir ışık parçası filme dahil ettiğini söylüyor) SS Californian gemisinin operatörü Titanik operatörleri tarafından kanalı meşgul ettiği gerekçesi ile azarlanacak ve sonrasında mesai saati biten operatör Titanik batmadan hemen önce uykuya dalacaktı.

Carphathia

Titanik’in gece yarısından hemen önce buzdağına çarpınca gönderdiği yardım sinyalleri 700 km gerisinden aynı rotada seyahat eden Olympic tarafından bile okunacak, kardeşine “kazanları tam kapasite yakıp son sürat koştuğunu” söyleyecekti. Civarda alarma geçen onlarca gemi içinde Titanik’in önünden New York’a giden Carpathia geri dönecek, fakat Titanik battıktan saatler sonra gelip zaten hâlihazırda botlarla suya indirilmiş yolcuları toplayıp geri New York’a dönecekti.

Yaklaşık 1500 hayata (çoğu ikinci ve üçüncü sınıf yolcular) mal olan bu kazadan sonra neler oldu peki? Kazadan hemen sonra gemilerde telsiz kullanımı uluslararası kurallarla belli standartlara bağlanmış, SOS kodu uluslararası geçerlilik ve zorunluluk kazanmış ve gemilerin aralıksız bir şekilde radyo başında mürettebat bulundurmaları şart koşulmuş. Yazıda geçen kişi ve gemilerden Olympic 1935 yılında sökülüp jilet yapılmış; Titanik’i kurtarmaya bir şekilde gidemeyen SS Californian 1915’te yine bir Alman denizaltı tarafından torpillenip batırılmış ve kaptanlarına ise yardıma gitmemelerinin utancı hayatı boyunca hatırlatılmış; bunun aksine Carptahia’nın kaptanı kahraman gibi karşılanmış ve kurtarma operasyonunun başarısı da kablosuz telgraf teknolojisine bağlanmış. Titanik’in iki operatöründen hayatta kalan Harold Bride ise New York’ta bizzat Marconi tarafından karşılanmış, hikâyesini basına anlatması için yüklü bir para ödenmiş.

Marconi ise sonrasında İtalya’ya dönmüş, 1923’te Faşist Parti’ye katılmış. Mussolini tarafından bizzat İtalya Kraliyet Akademisi başkanlığına getirilmiş. Vatikan’a da benzer bir radyo istasyonu kuran Marconi, Papa’nın dünya Katoliklerine yaptığı ilk yayına da önayak olmuş.

Yazıyı da bir tavsiye ile bitirmek istiyorum: bu yazıda bahsettiğim ve neredeyse herkesin bildiği 1997 James Cameron filmi yerine 1958 İngiliz yapımı “A Night to Remember” filmini çok daha ısrarla tavsiye ederim. Yine aynı isimle kitaptan uyarlanan film idealize edilmiş bir aşk hikâyesi gibi değil, daha çok kazadan kurtulan kişilerle yapılmış röportajlara dayanan bir belgesel gibi.