Dünya Kupası vesilesiyle İlhan Mansız’ın 2002’de Senegal’e attığı ‘Altın Gol’ sonrası yaşanan mutluluk yine aklıma düştü. Ülke olarak bundan sonra en az 24 yıl Dünya Kupası’na gidemeyeceğimizi bilsek belki daha çok sevinirdik ama bunu bilmememize rağmen hep birlikte çok sevinmiştik. O günün, Türkiye’nin ulusal bir mesele üzerine hep birlikte sevindiği son gün olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, o gün birlikte sevindiğim arkadaşlarımın bazılarıyla bugün görüşmüyorum. Kimiyle nedensizce araya mesafeler girmiş olabilir ama tamamen politik nedenlerle görüşmediklerim daha çoktur. Ancak bir istisna var. Politik görüş yüzünden tamamen ayrı kamplarda olduğum bir lise arkadaşımla, ayrı şehirlerde yaşamamıza rağmen hâlâ haberleşiyor ve fırsat buldukça da görüşüyorum. Hatta bu görüşmelerde siyasi konularda da tartışıyoruz ama bu tartışmalar asla kavgaya dönüşmüyor. O arkadaşımı, görüşmediğim diğer arkadaşlarımdan ayıranın ne olduğu üzerine düşününce kişisel bazı nedenlerle birlikte, çok değerli bir ipucu daha yakaladım. O arkadaşım sosyal medyaya, neredeyse orta yaşından sonra, daha önemlisi Gezi gibi çok önemli toplumsal olayların bile yaşanıp bitmesinden sonra girmişti. Onun gündemler üzerine anlık gelişen fikirlerini asla öğrenemedim, birkaç ayda bir yüz yüze görüşüp tartışabildim o kadar. Öyle ki aramızdaki görüş ayrılıkları Twitter’da karşılaşsak engellemelere varacak düzeydeydi ama yüz yüze görüşme asla bir kavgaya ya da küslüğe dönüşmüyordu.

NEDEN KENDİMİ ŞANSLI SAYIYORUM?

Lise yıllarım sosyal medya ve internet öncesinde geçti. Mirc, Icq, Msn gibi sohbet platformlarını sosyal medyadan saymayıp miladı Facebook’un Türkiye’de yaygınlaşmasına getirirsek sosyal medya ile tanışmam da 27 yaşına denk gelir. Dolayısıyla bunlar öncesindeki hayatı da çocuk, genç ve yetişkin olarak yaşadım diyebilirim. Çoğu kişi tam tersini düşünecek olsa da “dijital doğan” ya da “dijital yerli” olmamayı bir şans sayıyorum. Çünkü bu bana, dijital ve analog iki hayatı karşılaştırma ve eksilerini artılarını görme fırsatı veriyor. Son zamanlarda en çok kafamı kurcalayan da sosyal medyanın ayrıştırıcı etkisi. Bu mecralarda durmadan ve kendimizce belli konular hakkında fikirlerimizi söylüyor ve bu fikirler uyuşmadığı zaman da giderek birbirini keskinleştiren kabileler haline geliyoruz. Son yıllarda epey suskunlaşmış ve sakinleşmiş olsam da kendimi dışında saydığım bir süreç değil bu. Bu bence çok suni bir ortam yaratıyor. Birer sosyal medya canlısı olarak, karşımızdakiyle tek diyaloğumuz sadece uç örnekler üzerinden olunca ve bu durum demagog siyasetçiler tarafından ustaca manipüle edilince aramızdaki mesafeler giderek açılıyor.

İLGİNÇ BİR ARAŞTIRMA

ABD de Türkiye ve pek çok benzer ülke gibi keskin siyasi kutuplaşmalarla bölünmüş durumda. Haliyle bilim insanları bunun üzerine de pek çok araştırma yapıyor. Son gözüme çarpan araştırmalardan biri Stanford Üniversitesi’nde yapılmış. 32 bin Amerikalı partizan (siyasi tarafgir anlamında) katılımcıyla sürdürülen projenin amacı Amerikalıların demokratik tutumlarını güçlendirmek için başarılı müdahalelerin neler olabileceğini belirlemekmiş. Bu on binlerce katılımcıya kısa testler, etkileşimli bazı deneyimlerden ve videolardan oluşan 25 çevrimiçi egzersiz uygulanmış. Bu egzersizlerin ardından değişen tutumlar gözlenmiş. Oldukça ilginç bir şekilde, partizan düşmanlığını azaltma kategorisinde en başarılı sonuçlar bir bira reklamının izletilmesinden sonra alınmış. Bu 4,5 dakikalık uzunca reklamın konusu şöyle: Antifeminist beyaz bir adamla feminist bir siyah kadın, iklim değişikliği inkârcısıyla iklim aktivisti, bir trans kadın ve translığa karşı bir adam seçiliyor. Bu birbirleriyle tamamen zıt görüşte olan ve daha önce tanışmadıkları için bundan habersiz olan insanlar, belli görevleri ikişer kişilik ekipler halinde yapacakları bir teste tabi tutuluyor. (Örneğin demonte bir mobilyayı birleştirmek, bazı problemleri birlikte çözmek) Ekip olarak bir problemi birlikte çözen bu insanlara, testin sonunda birbirleriyle tamamen zıt hatta provokatif siyasi görüşleriyle ilgili önceden hazırlanan birer video gösteriliyor. Birbirlerinin gerçek yüzünü, birlikte bir problemi çözdükten sonra gören bu insanlara, son olarak “şimdi birlikte bir bira içip konuşmak ister misiniz?” diye soruluyor ve bu insanlar, öfkeli bir şekilde çekip gitmek yerine oturup konuşmaya razı oluyor. Bu elbette bir reklam ama 32 bin gerçek partizan üzerinde yapılan bir deneyde insanlara izletildikten sonra düşmanca tarafgir tutumlarını bile gözden geçirmelerini sağlayacak kadar etkili olmuş.

İşte sosyal medyanın sorunu da tam burada başlıyor. Botlardan yani insan olmayan hesapların manipülasyonundan şikâyet ediyoruz ama çoğunlukla hiç tanımadığımız ve tanımayacağımız insanlarla birer robot gibi tartışır hale geliyoruz. Çünkü tartışmamız için ortaya çıkan ya da atılan örnekler bunu gerektiriyor. Bu da siyasi stratejisi “böl ve yönet” olanlar tarafından fırsata dönüştürülüyor. Evet bir görüşün asla ikna edilemeyecek savunucuları her zaman vardır ama onlar iki yanda da azınlıktır. Onlarla tartışmanın hiç kimseye faydası yoktur. Ancak sosyal medya adı verilen bu büyük deneyde, bütün siyaseti onların belirlemesi ya da onların belirlediği gibi bir algının yaratılması bence bu ülkeye de insanlarına da haksızlık. En son ne zaman birlikte sevindiğimizi o yüzden hatırlamak istedim. Sonrasında milli takım bir daha hiç Dünya Kupası’na gitmedi ama gitse de birlikte sevinir miydik emin değilim? Belki de tarihinin en kritik seçimine giden Türkiye’de hem siyaset yapanlar hem de sosyal medyada siyaseti yönlendiren kullanıcılar da üzerine düşünür: Bu ülke, sosyal medyada gördüğümüz karşılıklı tartışmalardan ve uç örneklerden mi ibaret sizce?