Teşvikiye, 44A Sanat Galerisi’nde 19 Ekim’e kadar ziyaret edebileceğiniz Howl (Uluma) Sergisi hakkında kalem oynatırken; Beat Kuşağı’nın başlangıç vuruşlarına, ruhuna ve karşı duruşuna değinmek gerekir

Her şey kutsaldır; sanatın esrimeleri, bir kitabın kapağı...

ÇİĞDEM ZEYTİN

1940’ların Amerikası’nda Büyük Bunalım sonrası açlıkla mücadele etmenin tek yolu, kara dumanın götürdüğü yeni umutlar kovalamaktır. Umutlar yerini acılara, travmalara, çaresizliklere bırakır ve hayata bulaşmış olan sefalet, sessizlik sarmalıyla büyük bir toplumsal dejenerasyona ve değer yıkımına neden olur.
Umut tacirleri, Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni rüyalar inşa ededursun büyük ekonomik krizden çıkış yolları ararken kurulan Amerikan Rüyası’nın antikahramanları New York gettolarında volta atmaya başlamıştır bile. Kerouac, Ginsberg ve diğerleri edebiyatın sokaklarında boy göstermiş, çevreye verdikleri rahatsızlıktan dolayı özür dileyecek hiçbir şeyleri olmadığını saykodelik ve fütursuz yolculuklarına devam ederek göstermişlerdir.
Beat Kuşağı’nın felsefi özünün Dostoyevski, Nietzsche, Kafka, Heidegger, Sartre, Camus gibi isimlerle yan yana olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü 20. yüzyılın mimarı olan dünya savaşları, tanımlamaktan imtina ettiğimiz bir şeyin ortaya çıkmasına neden olur. “Yabancılaşmanın bilinç düzeyine taşınmış bulantısına ve dışavurumcu bir özgürleşmeyle varlık bulan sonsuz yaşam coşkusuna.
Teşvikiye, 44A Sanat Galerisi’nde Howl (Uluma) sergisini plastik sanatlar mı, yoksa edebiyat disiplininden değerlendirmek mi daha doğru emin olmak zor. Çünkü Sergi, Allen Ginsberg'in okuyucusunu halüsinatif bir dünyaya sürüklediği, Beat Kuşağı’nın manifestosuna dönüşen Howl’un kapaklarının, birer sanat eserine çevrilmesi fikriyle hayat buluyor. Beat Kuşağı’nın meczup kralı Ginsberg’in, bugüne bakan farklı kuşak ve disiplinlerden sanatçılara ilham kaynağı olduğu sergide 25 farklı sanatçı ve perspektif görüyoruz.

BEAT EDEBİYATI'NIN RUHU SERGİDE
Serginin varoluşsal bir sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu sorun tam tersine Beat Edebiyatı’nın ve ruhunun karakteristik özelliklerini taşıyor. Beat Kuşağı; doğaçlamayla tutkulu diyaloglarla ve sanrılı monologlarla, açık cinsellikle ve uyuşturucu deneyimleriyle ilgilenmiştir. Bu kuşağın kahramanları uyuşturucu deneyimini, algının sınırlarıyla oynamak ve zihinsel bir deney alanı yaratmak için kullanır. Dünyaları bu deneysel alanın doğal sonuçlarını taşır. Biraz şizofren, kararsızlıklardan ani kararlara yönelmeye eğilimli, doğaçlama duygu boşalımlarının yarattığı tutkulu diyalogların ardından kendileriyle baş başa kaldıklarında monologlarla örülmüş bir evren yaratan bir karakteristiğe sahiptir.
Sergi de tam olarak böyle bir atmosfere sahip. Sanatçıların bazıları Ginsberg’le tutkulu diyaloglar kurarken, bizleri monolog yapan eserlerle karşı karşıya bırakıyor. Bazıları sindirdikleri kelimelerden imgeler doğurarak ürettikleri işlerle sergiyi ödüllendiriyorlar. Kimileri Howl’un tasvir ettiği dünyaya hapsolurken, kimileri Beat Kuşağı’nın sokaklarında, bugünün ve dünün kesiştiği bir kavşakta insanlığımızı değişmeyen kutsallarımızla yüzleştiriyor. Bu noktada Edebiyat ve İmgesel Çağrışım özelinde Ginsberg’ten bir alıntı yapmak yerinde olur.
“hayal kurup bitiştirilmiş imgeler boyunca zaman ve uzayda somutlaştırılmış geçitler açanlar ve iki görsel imge arasında ruhun başmeleğini kapana kıstıranlar...


HOWL, BÖLÜM I, CARL SOLOMON İÇİN
Edebiyat ve imgesel çağrışım dediğimizde kelimelerin karşısına imgeleri koymamız gerekir. Wittgenstein “Bir imge bizi tutsak almıştı. Ve dışına çıkamıyorduk, çünkü dilimizde yatıyordu ve dil onu acımasızca tekrar eder gibi görünüyordu.” der ve imgenin anlamının dilden doğduğunu söyler. Bir kelimeyi anlamlandırmamız bize özgüdür. İmgeyi algıladığımız deneyim anı, hissettirdikleri ve onu anlamlandırmak için seçtiğimiz kelimeler de farklıdır. Wittgenstein’ın yukarıdaki ifadesinden dilin imgelem dünyasının sınırlarını belirlediğini söyleyebiliriz. Fakat Wittgenstein’ın ifadesinin tersine sergideki işler Baudrillard’ın dile getirdiği görüntünün yani imgenin diktatörlüğünü de doğrular niteliktedir.
Bu perspektiften sergiye dönüp baktığımızda bazı eserlerin imgenin diktatörlüğünü tasdiklediğini, bazılarınınsa kelimeleri onurlandırdığını görüyoruz. Beatnik ruhunun yansımaları gerek kelimelerle, gerekse imgelerle bin bir kılıkta karşımıza çıkıyor. Kitap kapaklarında yıkılan gökdelenler, saykodelik umutlar, Ginsberg’e atfedilen mabetler, çöplüğün içinden yükselen kutsallar. Beat Kuşağı’nın tükenmeyecek mirasının İstanbul sınırlarındaki yeni izlekleri olan eserler kendi varoluşsal gerekçeleriyle zamanı tüketiyorlar.

***

SERGİDE İŞLERİ YER ALAN SANATÇILAR:
Dilara Akay, Cüneyt Aksoy, Gaye Su Akyol, Devrim Altıkulaç, Rafet Arslan, Zeynep Beler, Cins, Zeynep Erdinç, Yunus Emre Erdogan, Alper İnce, Mustafa Horasan, Hakan Kamışoğlu, Komet, Argun Okumuşoğlu, Onston, Hüseyin Rüstemoğlu, Ali Mete Sancaktaroğlu, Nejat Satı, Özge Şenoğul, Tuğçe Şenoğul, Eflatun Tatlısu, Olgu Ülkenciler, Halil Vurucuoğlu, Elif Yıldız, Nazım Ünal Yılmaz, Emre Zeytinoğlu.