Şilili yazar Lina Meruane, Şili’nin karanlık yıllarına dair hatırlatmalarla, insanın çevresinden, ailesinden ve etrafında gelişen hadiselerden bağımsız şekilde var olamayacağını anlatıyor. Kısacası sosyolojiyi, politikayı, psikolojiyi ve nörolojiyi anlatısının temeli hâline getiriyor.

İnsan çevresi ve geçmişiyle var olur
Lina Meruane (Fotoğraf: Timaş Yayınları)

Ali BULUNMAZ

Terry Eagleton’ın bazı kitaplarında kullandığı ve İngilizlere atfedilen “kurmaca gerçeğe dâhildir” diye bir söz var. Eagleton, meseleyi biraz daha ileri götürüp “Bilimkurgu gerçeğe dâhil midir?” diye sormuştu. Tartışılabilir elbette. Bilimkurguyu ve kurmacayı hem günlük yaşamla hem de tarihle ve psikolojiyle bir araya getiren Şilili bir yazar var: Lina Meruane. Kaleme aldığı Bir Sinir Sistemi Romanı ise bunun örneklerinden biri.

Doktora tezini bitirmeye uğraşan ve bu süreçte geçmişin tortularına saplanıp kalan astrofizikçi Ella’nın başkarakter olduğu romanda Meruane, hem Şili’nin karanlık yıllarına dair hatırlatmalarla hem de bir aile hikâyesiyle karşımıza çıkarken galaksiler, yıldızlar ve gizemli bir patolojik vakayla olay örgüsünü genişletiyor.

BİR SİNİR SİSTEMİ ROMANI
Lina Meruane
Çeviren: Bengi De Sa Matos Paixao
Timaş Yayınları, 2024

MİKROKOSMOS OLAN İNSAN

Akademik kariyer mücadelesi veren Ella’nın, doktora tezini ilerletememesinden kaynaklanan kaygılarına Şili tarihindeki trajediler ve eşi El’in devlet şiddeti mağdurlarının hikâyesini eve taşıdığı adli tıp uzmanlığı da ekleniyor.

Öte yandan Ella’nın kaygıları her geçen gün katlandıkça ailesinin diğer bireyleri dul baba, üvey anne, üvey ikiz kardeşler ve öz ağabey de hikâyeye eklemleniyor. Kısacası Meruane, romanı bol karakterli ve birbirinin içine geçen öykülerin bulunduğu bir hâle getiriyor.

Ella, tezi tamamlayamadığı için elle tutulur bir bahanesi olsun istiyor ve hastalanmayı diliyor. Kendisini aniden öldürmeyecek fakat süründürecek bir hastalığın peşine düşerken ölen annesini, dul babasını, üvey ikiz kardeşlerini ve ağabeyini düşünerek aileyi sorguluyor. Bu sırada imdadına, doktorların bir türlü teşhis koyamadığı ve sinir sistemini etkileyen ağrılarla ortaya çıkan tuhaf bir hastalık yetişiyor. Söz konusu rahatsızlığın belirtileri ağırlaştıkça Ella, ailesinin hastalık geçmişini hatırlayıp onları birbirinden ayrı düşüren şiddet olaylarına da geri dönüyor. Esas şiddet olaylarının bedeninde ve zihninde yaşandığını da kısa sürede kavrıyor: “Yazabilmek için hastalanmak istemişti, hastalanmasına rağmen tek bir bölümü bile yazmayı bitirememişti. İşe yaramaz formülleri not almaktan ve yanlış yazılmış kelimeleri gevşek kâğıtlarda bir araya getirmekten başka bir şey yapmamıştı. Kolunu ovuşturur ve kendi kendine, bitirinceye kadar buradan kalkmayacağım, der ama ekrana bakar ve geçen aylarda ne yaptığını, şimdi bağlantısız gözüken o karışık cümleleri yazarken aklından ne geçtiğini anlayamaz. O zamanlar ne düşündüyse şimdi ortadan kaybolmuştu.”

Gizemli hastalığı, Ella’nın tez yazımını sekteye uğratırken çekirdek ve üvey ailesinin hikâyesiyle yeniden bağ kurmasını sağlıyor. Tıpkı incelediği gezegenlerin birbiriyle ilintisi gibi.

Ella’nın, hastalığına da olaylara ve yaşama da bakışı, ilgilenip uzmanlaştığı konuya benziyor. Evrende her şeyin birbiriyle ilgili ve ilişkili olduğu gerçeği, onun yaşadıklarında da karşısına çıkıyor.

Makrokosmos olan evreni anlamaya çalışırken mikrokosmos olan insan ayağına dolanan Ella, bedenindeki değişimleri ve acıları kavramaya uğraşıyor. Hafızasının derinlerine iniyor, hatıralarını eşeliyor, ailesindeki hastalıkları ve ilişkileri âdeta bir kazı yapar gibi inceliyor. “Zihni hiçbir zaman sakin olmayan” Ella, olup biteni tarif etmesini sağlayacak bir dil geliştirmeye çabalıyor.

‘ZAMANLA OYNAYAMAZSINIZ’

Ella, zihnin ve bedenin huzursuzluğunun ete kemiğe bürünmüş hâli âdeta. Hastalanmayı isteyip beklemediği, daha doğrusu hiç düşünmediği bir rahatsızlığa yakalanınca aklına önceden hiç uğramayan şüpheler, fikirler ve geçmişin sıkıntıları üşüşüyor. Başka bir deyişle galaksiler ve yıldızlar gibi bunların tümü beraber hareket ederek Ella’nın kaygılarını artırıyor. Bu huzursuzluğu katmerleyense aile genetiğiyle ilgili, özellikle de annesine ilişkin kapıldığı kaygı: “O benim de annemdi, diye düzeltmişti Ella, biyolojik annesinin hayattayken tecrübe ettiği kırıkların listesini dinlerken. Anne, bunun elbette babanın uzaktan kuzeni annelerinden miras kalan genetik bir kusur olması gerektiğini söylemişti. ‘Senin canın bağışlanmış’ demişti anne ama Ella kimin kendi mirasından kurtulmak isteyebileceğini merak etmişti. ‘Genetik her zaman kader değildir’ diye düşünmüştü.”

Ella’nın sorunu, geçmiş-şimdi-gelecek çizgisini izleyen zamanla; düne bakarak bugünü yorumlayıp anlamlandırmaya çalışırken bugünden hareketle yarını tahmin etmeye uğraştığı sırada bir çıkarım yapıyor: “Zamanla oynayamazsınız çünkü esnek değildir ve kırılabilir. Gelecek aynı malzemeden, aynı sokaklardan ve evlerden, aynı insanlardan ya da onlar gibi olanlardan, aynı kokuşmuş kokudan yapılmıştır.”

Yazmaya uğraştığı tezin bam teli olan gezegenlerin ve yıldızların birbiriyle bağını âdeta yaşıyor Ella; ailesiyle, çevresindeki insanlarla ve ülkesiyle farkına varmadığı ve kendisini etkileyip hayatını belirleyen ilişkiyi keşfediyor. Yaşayıp hatırladıkça bu bağın ne kadar güçlü olduğunu kavrıyor.

Meruane, Bir Sinir Sistemi Romanı’nda savruklaştırıp dağıttığı hikâyeyi önemli bazı noktalar etrafında kurguluyor. Bunlardan biri, geçmiş-bugün ilintisi. Diğeri, Ella’nın öyküsü bağlamında genetik miras ve ilişkilerle meydana gelen insani köprüler. Ayrımlara ve atomize oluşlara karşın Ella’nın keşfettiği ortaklıklar da bir başka mesele. Böylece yazar, insanın çevresinden, ailesinden ve etrafında gelişen hadiselerden bağımsız şekilde var olamayacağını anlatıyor. Kısacası sosyolojiyi, politikayı, psikoloji ve nörolojiyi anlatısının temeli hâline getiriyor.