IŞİD’e karşı “insani müdahale” bayrağını açan emperyalist güçler ve Türkiye, IŞİD aracılığıyla iki “avantajı” yakalamıştır: İlki, bölgeyi yeniden düzenleme ve coğrafyayı sınırlandırma avantajıdır. İkincisi, yeni askeri teknolojilerin risksiz denendiği savaş mantığının sağlamlaştırılmasıdır. Böyle bir konjonktürde IŞİD emperyalistler için defedilmesi gereken bir “distopya” değil, sömürünün ve savaşın yeniden üretildiği “ütopya”dır!

IŞİD: Emperyalizm, savaş ve distopya

KANSU YILDIRIM*

Bir insan aynı anda kaç hissi birlikte yaşayabilir? Kamera karşısında konuşurken gırtlağa dayanmış bıçağın soğukluğu ve yere diz çöktürülmüş halde kurak toprağın ve güneşin sıcaklığı aynı anda neye yol açar? Bu his karmaşasını anlayabilmemiz çok zor ancak bu ve bundan misliyle ağır ve acı yüklü olanını her gün her saat yaşayan milyonlarca kadın, erkek ve çocuk var. En kötüsü de korkunun sürekli dirilik hali; kaygı içinde ruhun derinlerine sinen hayatta kalma duygusu. Çünkü uzuvlarını ve başını kaybetmeyenler topraklarını kaybediyor; canlarını kurtaranlar anılarını yitiriyor. Ortadoğu’da Kürtler, Araplar, Ezidiler, Hıristiyanlar, Türkmenler için katliam habitatını yaratan IŞİD’ten bahsediyoruz. Peki, IŞİD’i yaratan ne?

Kronoloji
IŞİD, tek başına, ne 21. yüzyılda kapitalist demokrasinin ölü doğumu türünden bir “anomali” ne de İslam dini başta olmak üzere belli bir ideolojik formun “yanlış kavranılmasının” sonucu. IŞİD, emperyalist stratejilerin ve hegemon gücünü korumak isteyen devletlerin tetiklediği zincirleme reaksiyonun şimdiki zamana ait ifadesi. IŞİD’i dün yaratan, emperyalist devletlerin değer transferi ve enerji ihtiyacı için Irak’ı işgal etmesiydi. ABD’nin Irak işgali sırasında 2000’li yılların başında kurulan IŞİD’in o zamanki ismi “Tevhid ve Cihat” idi. El-Kaide’nin güçlendiği dönemde bu örgüte dâhil olarak “Irak el-Kaidesi” ismini aldı. Daha sonra Irak’taki işgale karşı direniş halindeki İslamcı ve seküler grupları toparlamak için “Mücahidin Şüra Konseyi” adı altında şemsiye bir organizasyonda yer aldı. IŞİD, bu süre zarfında İslamcı cihatçı bir örgüt olarak ama “anti-emperyalist” silüetini de koruyarak varlığını sürdürdü. Emperyalist stratejilerin hesaplayamadığı, belirli bir alana sıkıştırılmış olarak düşünülen IŞİD’in sembolik mahiyetini aşarak devlet formu kazanması ve hilafet ilanıyla emperyal bir niteliğe bürünmesiydi.

Evet, IŞİD’i yaratan onlarca neden sayılabilir. Ancak bir öncelik sıralaması yaptığımızda bölgesel ve emperyal iki faktörün ağır bastığı göze çarpar: İlki, köktenci İslami yönetim mantığının bölge halklarına sunduğu anlamlar dizgesidir. Bu IŞİD’i bizler için distopik kılarken, ona katılanlar ve destek verenler için ütopik kılar. İkinci faktör ise, emperyalistlerin IŞİD’i araçsallaştırma biçimidir. IŞİD’i besleyen ve büyüten emperyalizm, IŞİD olgusunu jeo-siyasi güç dengeleri ve askeri-savaş endüstrisi için kobaylaştırır.

Faktör 1: Proto-Devlet
İlk faktör, CIA kaynaklarına göre 30 bin civarında militanı olmasına karşın 30 milyonluk Irak’ın büyük kesiminde nasıl hükümranlık kurduğunu anlamamıza yardımcı olur. İsminde “devlet” sözcüğü geçmesine rağmen modern kapitalist bir devlet gibi devletleşememiş, daha çok “ön” yani “proto-devlet” dediğimiz türden yapıya sahip olması, IŞİD’e sunulan kitlesel desteğin kökenleri açısından kritiktir. Belki burada Antonio Gramsci’den hareketle rızanın aktif ve pasif versiyonlarını düşünebiliriz. Aktif rıza, doğrudan hegemonik önderlikle işleyerek öz-örgütlenmeye dayalı yayılmacı niteliktedir. Pasif rıza ise baskıyla, örgütlü zor ve tahakküm üzerinden sağlanır. Bunların üretilmesi esnasında militanların inzibat gücü dışında sokaktaki propaganda çalışmaları, okullardaki dini eğitim sistemi ve geçimlik ihtiyaçları karşılayan sosyal yardım mekanizmaları oldukça etkilidir. İslam’ın Selefi yorumunun doktrinasyonu kadar örgüte katılan militanları ve destek veren yerel halkı besleyen maddi koşullar IŞİD’i şimdilik proto-devlet olarak var eder.

Aktif ve pasif rızanın sağlandığı durumlar başka başka da olabilir. Kafa kol kesen, öldürdüklerinin iç organlarını çiğ çiğ ısıran IŞİD militanları zor ve zordan üretilen rızanın çıplak halini coğrafyaya yayar. Bu tip görüntülerin kaydedilip propaganda amaçlı yayıldığını unutmadan şunu da ekleyebiliriz: Boğazı kesilen Amerikalı gazetecilere Guantanamo mahkûmları gibi turuncu kıyafet giydirilmesi ve diğer en vahşi işkence ve katletme teknikleri Batı’ya verilen birer mesajdır. İleri teknoloji ve teçhizat ile Irak işgaline karşı koyacak şiddet kapasitesinin ve gerekli kısasın tek adresinin IŞİD olduğu resmedilmeye çalışılır. Ayrıca düşmanın bazı organlarını yeme (exocannibalism), öldürdüklerinin kestikleri uzuvlarını sıradan nesne olarak kanıksama düşmanı yani kâfirleri itibarsızlaştırmanın ve değersizleştirmenin kadim usullerinden bir tanesidir.

Proto-devlet olarak bilhassa rızanın kalıcılaştırıldığı başka bir uygulama ekonomik aygıtların işletilmesidir. Koalisyon Güçleri’nin de hava saldırılarında ilk olarak hedef aldığı, IŞİD’e günde 2 milyon dolar gelir getiren rafineler ve örgütün el koyduğu Irak Merkez Bankası’ndan gasp edilen 400 milyon dolar, sosyal yardım mekanizmasına gerekli finansmanı sağlamıştır. Böylelikle IŞİD, bir tür performansa dayalı ödeme sistemi ile militan başına 400 dolar, çatışmaya giren militana 1200 dolar, eş başına 100 dolar gibi ayda ortalama 2000 dolara tekabül eden bir aylık bağlamaktadır. Daha önce Ergin Yıldızoğlu’nun da belirttiği üzere Avrupa bölgesindeki ve Ortadoğu’daki kapitalizmden kaynaklı işsizlik ve entegrasyon gibi ekonomik ve kültürel problemlere karşı bazı kesimler için IŞİD bir “alternatif” olarak belirir (“Bilmece, Gizem ve Enigma Olarak IŞİD”, 20.08.2014, Cumhuriyet). Dahası IŞİD, sınıf kininin ekonomi-dışı zor yoluyla alınması ve pornografik şiddetin yarattığı hazzın tatmin edilmesi için uygun koşulları hazırlamasıyla kapitalizme karşı kara ütopik bir görüntüye de bürünür. Hatırlayalım Karl Marx, intihar üzerine söz ederken, bir kişinin söyleyecek sözü kalmadığında ve kapitalizmin kara gerçekliğinden kaçmak istediğinde intiharı tercih ettiğini söylemiştir. Burada da bir benzerlik söz konusudur; kapitalist gündelik yaşamda söyleyecek sözü tükenenlerin çoğu IŞİD içinde toplumsallaşmış “intiharlarını” gerçekleştirmektedirler.

Faktör 2: Savaş yönetişimi
IŞİD aynı zamanda emperyal ve alt-emperyal devletler için taktiksel deneme alanıdır da. Bu ikinci faktör, IŞİD’i ortaya çıkaran emperyalist hamlelerin zorunlu momentidir. Çünkü Irak İşgali’nden bu yana, başta en büyük hegemon ABD olmak üzere diğer Batı ülkeleri artan savaş maliyetlerini kısmak ve kamuoyundaki tepkileri soğurmak için ya kolektif müdahalelere yönelmiş ya da yönetişim mantığını savaşa uygulamışlardır. “Savaş yönetişimi” olarak adlandırılabilecek bu mantık, savaşlara katılma gerekçelerinin meşrulaştırılması, lojistik güçlerin ve askeri bütçenin “etkin” ve “hesaplı” kullanılması, riskleri bölüşebilecek “paydaşların”  bulunmasıyla işler. Bilhassa Suriye’den bildiğimiz muhalif güçlere sağlanan lojistik ve ideolojik destek, IŞİD’i büyüten en önemli maddi koşulu yaratmıştır. Savaş yönetişiminde “muhalif unsurlara” insansız hava araçları ile sağlanan periyodik istihbarat, lojistik sevkiyatının sıklaştırılması ve silahlı İslamcı gruplardan militanlarla oluşturulan “özgür orduların” arttırılması gibi operasyonel destekler emperyalistlere başka bir “avantaj” da sağlar. Artık yukarıdan demokrasi bahşetmenin dünya halkları nezdinde söylemsel geçerliliği kalmadığından hegemon devletler, riskleri paylaştırabilecekleri yerel ortaklar sayesinde zayiatlarını azaltırlar…

Yerel ortaklar öngörülebilir ve hesaplanabilir olmaktan çıktığındaysa geri dönüşüme gönderilerek bu sefer kobay olarak kullanılır. IŞİD’in silah envanterinde konvansiyonel kara silahlarının ağırlıklı olması, askeri-savaş endüstrisinin yeni oyuncaklarının denenmesi için ideal gerçek zamanlı simülasyondur. Dikkat edersek Koalisyon Güçleri’nin kara harekâtından uzak durmasının en büyük nedenlerinden birisi muhtemel asker kayıplarının eleştirilere yol açması ise, diğeri hava saldırılarının yeni askeri teknolojileri denemek için uygun zaman olmasıdır. IŞİD’in elinde karadan havaya güdümlü savunma sistemlerin bulunmaması bunu kuvvetlendiren başka bir etkendir. Bu duruma güncel kanıtsa, ABD’nin kompozit gövdesi ile radara yakalanmayan 150 milyon dolarlık F-22 savaş jetlerini kullanmasıdır. İlk kez gerçek muharebede görev alan bu jetlerin radarda iz bırakmama özelliği böylelikle test edilmiştir. Pentagon Sözcüsü John Kirby’nin “IŞİD’le savaş yıllar sürebilir” açıklaması, savaş yönetişiminin devam edeceğinin bir göstergesidir. Kara harekâtı seçeneğini desteklediği yerel ortaklara bırakmak konusunda ısrarcı olan ABD, hava saldırı teknolojilerini IŞİD üzerinde uzun süre deneyeceği muhtemeldir.

IŞİD’e karşı “insani müdahale” bayrağını açan emperyalist güçler ve alt-emperyal arzuları kaynayan Türkiye, IŞİD aracılığıyla iki “avantajı” yakalamıştır: İlki, bölgeyi yeniden düzenleme ve coğrafyayı sınırlandırma avantajıdır. İkincisi, yeni askeri teknolojilerin risksiz denendiği savaş mantığının sağlamlaştırılmasıdır. Böyle bir konjonktürde IŞİD emperyalistler için defedilmesi gereken bir “distopya” değil, sömürünün ve savaşın yeniden üretildiği “ütopya”dır! IŞİD’in varlığını sona erdirecek şey, bölge halklarının öz-örgütlülüğü, dinamizmi ve direnişidir.

* Kampfplatz Dergisi Yayın Kurulu Üyesi